2012 yazında, Almanya’nın Köln kentinde 4 yaşındaki Müslüman bir çocuk, ailesinin isteği üzerine bir hekim tarafından sünnet edilmiş, ancak birkaç gün sonra aşırı kanama nedeniyle çocuk hastaneye yatırılmış. Bu olayın ardından doktor hakkında inceleme başlatılmış ve sonunda doktor, yapmaması gereken bir tıbbi müdahale yapmakla suçlanmış. Konu tartışmalı bir davaya dönüşmüş, 26 Haziran’da ise mahkeme ‘çocuğun sünnet yoluyla fiziksel bütünlüğünün geri dönülemez biçimde tahrip edildiğine’ karar vermiş.
Bu karar, meseleyi sadece Almanya’da değil birçok ülkede ve hatta örgütte tartışmaya açtı. Ancak sorun, sünnetin bir tartışma değil hukuk konusu olarak ele alınmasıyla büyüdü. Eyalet mahkemelerinde davalar açıldı, içinde din adamları, hukukçu ve felsefecilerin olduğu etik komisyonlar oluşturuldu; bunların görüşleri de mahkemelerde ele alındı.
Yargının devreye girme gerekçesi, dünyanın birçok yerinde farklı biçimlerde tartışılan çocuk hakları ile aile hakları nerede başlar, nerede biter konusuna dayanıyor gibi gözüküyor. Ancak konu sünnet olduğunda, bu ana çerçeveden biraz daha özgün bir alana iniliyor ve çocukların fiziksel bütünlük hakkı kapsamında değerlendiriliyor.
Hukuksal çerçeve!
Çocuğun fiziksel bütünlüğüne yönelik haklar kapsamında ise sünnet, fiziksel bir kayıp olarak ele alınıyor ve çocuk kendi başına karar vermediği sürece ailesinin onun bedeni üzerinde tasarruf hakkı olamayacağı ileri sürülüyor. Konu çocuğun estetik gerekçelerle iki yaşında kulağını deldirmek olsa, muhtemelen tartışılacak yanı olmazdı. Ancak sünnetin tıbben gerekli olmadığı, dolayısıyla ailelerin çocuk haklarını ihlal ettiği gerekçesi, başka bir ilkeye dayanıyor.
Bu ilke, dini tercihini yapma yaşına ermemiş kişilerin sünnet yoluyla empozisyona uğradıkları gerekçesi. Alman mahkemeleri, tercih yaşının 14 olacağına da karar vermiş. Nijer’de mesela 14 yaşında birçok kadın anne oluyor. O zamana kadar bekleyecek yani dinini seçmek için.
Konu kendi başına birçok açıdan ele alınabilir. Ancak konuyu çocuk ve insan hakları bakımından ele alanların atlamış olabilecekleri bir nokta var. Almanya ya da başka yerde, küçükken kendisine sorulmadan sünnet yapıldığı gerekçesiyle mahkemeye başvuran mı olmuş da yargı konuyu çocuk hakkı açısından ele almış. Ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuran mı olmuş da bu konu Avrupa örgütlerinin gündemine gelmiş?
Her şey çocuklar için!
Sünnet ve çocuk hakları konusunun büyük oranda Müslüman ve Yahudileri ilgilendirdiğine şüphe bulunmuyor. Almanya’daki yargı kararları sonrasında bazı Yahudi kuruluşları Almanya’yı terk etme zamanının geldiğini duyurmuşlardı. Konunun insani yönü yerine dini yönünün öne çıkması, muhtemelen bu konuya el atanların zihniyetinin hissedilmesinden kaynaklanıyor. Dini, günü gelince üye olunan bir dernek gibi görenler de olabilir, sünnetsizlerle ‘devşirme’ işlerinin daha kolay olabileceğini düşünenler de.
İnsanları dini simgelere mahkum etmeyi suç saymak, muhtemelen öncelikle kendisine sünnet yapılarak zulüm edildiğini söyleyecek kişiler için geçerli olabilir. Tabi sünnetin ayrımcı bir simge olarak herkes tarafından nasıl görülebilir olduğunu da ayrıca sormak gerekir. Ancak, durumundan rahatsız olmayanlar, yani sünneti sorun etmeyenler ne yazık ki bu tür yargı kararlarıyla ailelerini suçlu ilan etme potansiyeli taşıyorlar; uyarmakta yarar var.
Ama kabul etmek gerekir ki, sünnet konusunun Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne gelmesi hepsinden ilginç. 315 üyeli Meclis’te 108 parlamenter konuyu önemli bulup oylamaya katılıyor, 77 parlamenter sünnetin tıbben gereksiz olduğu ile çocuğa sormadan yapılamayacağı kararına evet dediği için de ‘sünnet raporu’ yayınlanabiliyor.