Doğu’ların en Batı’sındaki kaledir bu ülke.
Ve bu durumu, sadece coğrafi bir kader değildir, tarih içinde tekerrür ederek yerleşiklik ve kabul kazanmış bir ‘’temsiliyet hakkı’’nı kurar. Doğu’ların nazarında, İslam’ların nazarında.
Yürüyüş halindeki bir halkın, önce toplum, ardından da millet olabilme gayretiyle hayat hikayesini kurup temellendirdiği toprağı, vatan ve ülke kılmasından söz ediyoruz... Burası Türkiye. Doğu’ların Batı’lar içindeki en uç burcu. Ve Güney’in, şimale uzanmış son kıyıları. Hangi alfabeyi kullanırsa kullansın, Orhun, Arap veya Latin alfabeleri hiç fark etmez, yürüyüş yönünü sürekli olarak ‘’Doğu’dan Batı’ya’’ şeklinde belirlemiş bir milletten bahsediyoruz.
Doğu’larda bütün ışıklar söndükten sonra yakarız bu yüzden ışıklarımızı... Herkes yavaş yavaş uyuduktan sonra kalkarız ayağa...
Bu ülke, nöbetlerin ülkesidir, nöbetçilerin diyarı.
Son rüzgarlar, hep bu kalenin burçlarında uğuldar bu yüzden...
Ve kahpe düşman en sona sakladığı en ağır ateşlerini hep bu ülke için ayırır... Bu yüzden, ‘’Bu Ülke’’, nöbet sancağı olduğu kadar, müdafa kalesidir de ümmetin...
***
Milli Görüş lideri Rahmetli Erbakan Hoca’nın doksanlarda sık tekrarladığı bir hatırlatma vardı: ‘’Bir gün savaşın Suriye’ye geldiğini işittiğinizde bilin ki Türkiye o savaşın içindedir’’... Niçin böyle söylerdi Erbakan Hoca? Suriye’nin ülkemize olan tarihi ve coğrafi yakınlığı dolayısıyla mı sadece... Veya ortadoğudaki muhtemel siyasi harita değişikliklerinin tüm bölgeyi etkilerken Türkiye’nin bundan azade olamayacağı kehaneti miydi bu... Neydi...
Ama 1.Körfez Krizi’nden itibaren Kuveyt’ten başlayıp Irak’ı paramparça eden süreç, Arap Baharı’ndan hızla Arap Kışı’na dönen konjenktür ve Suriye’nin son beş yıldır içine düştüğü insanlık faciası... Hakikaten de Türkiye’nin tüm bunların uzağında, dışarıda, kulaklarını ve gözlerini kapatıp yanan yangında bir kalbur samanı bile yanmayacak konforda olmasını engelliyordu.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde ve kendi içini de bölünme tehlikesine atan yeni Kürt haritası dizaynında, bizzat müttefikleri tarafından silahlandırılmış PYD, YPG, PKK gibi terör gruplarının karşısında ‘’meşru müdafa’’ ve ‘’güvenlik’’ haklarını kullanmak durumundaydı.
Savaşa katılmadığı halde Suriye krizinin en ağır bedelini ödeyen Türkiye’nin ‘’güvenlikli bölge’’ ve ‘’yardım kordioru’’ teklifleri, en başından beri kabul görmedi. Ve tüm dünyanın gözleri önünde ateşten bir ablukaya kıstırılmış Suriye halkı, başta Esed rejimi olmak üzere, İran, Rusya, ABD, PYD,PKK, DAEŞ güçlerince; kimyasal silahtan, tecavüz ve işkenceye kadar her türlü insanlık suçuyla imha edildi...
Bugün Fırat Kalkanı Operasyonu’nun niçin yapıldığı sorgulanıyor. Özellkle CHP ve ülkesine yabancı aydınlar tarafından. Oysa sadece yeni Orta Doğu haritasından veya Suriye’nin parçalanmasından bahsetmiyoruz. Hedefteki ülkenin Türkiye olduğunu farketmemiz gerekiyor... Muhalefetin asıl yapması gereken şey, milli iradenin bu zor zamanda sağlamlaştırılması olmalı. Nitekim MHP, gayet açık bu savaş koşullarında, ülkemizin selameti adına milli birlik beraberlik ve devlet ebed müddet felsefesiyle hareket etmektedir. CHP ve aydınları ise, buluğunu henüz ikmal edememiş ergenler gibi, kendi ülkelerini, gücüne güvendikleri dış mihraklara şikayetle iştigal etmektedir...
Hiçbir zaman ‘’Bu Ülke’’yi sevememiş, ‘’Türkiye’’den olamamış, bu ülkeden ve Türkiye’den olmayı ruhlarını muazzeb edecek bir tür aşağılık kompleksi telakki etmiş, akademisyen ve sanatçı geçinenlerin gerçekleştirdiği Türkiye aleyhtarı lobicilikse, maalesef artık casusluk ve ihanet boyutuna erişmiştir...
***
Hafta içinde Andrey Tarkovski’nin 1962/1986 yılları arasında verdiği ropörtajları okudum. ‘’Şiirsel Sinema’’ adıyla kitaplaştırılmış bu özgün hayat hikayesinde, sanatçı ile ülkesi arasındaki derin ilişki hayli dikkati çekici. Ömrünün son birkaç yılını, ülkesindeki baskıcı ve kısıtlayıcı demir perde rejimi dolayısıyla, uzakta geçirmiş olsa da, ülkesine asla ihanet etmemiş bir sanatçı Tarkovski... Ülke ve vatan vurgusu, son nefesine kadar süren, hatta patetik bir şekilde artarak onu hastalığına düşürecek seviyededir. Sanat dilinde maneviyatçı bir çığır açmış olmasına rağmen, kendisini materyalist Sovyet geleneğinin bir parçası olarak tanımlamaktan da asla vazgeçmemiş bir adam. Ülkesine ait ve yerli... Bizdeyse savaş koşullarında bile ülkesine has hikayeye sırtı ve kalbi dönük, anlayışsız ve hoyrat olduğu gibi fuzuli işgal halinde güya aydın güya sanatçı... İçten eriyiş...