Dünyanın nereye gittiğini anlamak ve bu gidişteki yerinizi veya rolünüzü tespit etmek istiyorsanız, yapmanız gereken öncelikle kendinizi tarif etmektir. İşin en kötü yanı, sık sık dünyanın nereye gittiğini sormak zorunda kalıyorsanız, nerede olduğunuzu da bilmiyorsunuz demektir.
Nerede olduğunu bilmeyene yer gösterilir. Onu kabullenir ve yola devam eder. Nerede olacağına kendisi karar vermek isteyenler, bunun için çaba göstermek, yeri geldiğinde çatışmayı göze almak zorundadır. Bugün Türkiye’nin geldiği aşama kabaca böyle okunabilir. Dün nerede olduğunu bilmeyen ve gösterilen yere razı olan bir ülke, bugün kendi yerini belirleme iddiasıyla yola çıkmış durumda.
Bir an için, geçmişteki konforlarını özleyip, ne işimiz var bizim böyle iddialarla diyenlere hak vermek istesek bile, artık bunun pratik bir karşılığı yok. Türkiye, iddialarını geri aldığı takdirde birileri tarafından bağışlanıp huzura erecek (!) bir ülke olamaz bu saatten sonra. Bunu coğrafyamızın tarihine bakarak söylersek, belki daha kolay anlaşılabilir. Bulunduğumuz coğrafyada ya büyük olur ve emperyal bir vizyonla hareket edersiniz; yahut paramparça olursunuz. Tarih bize bunu söylüyor.
Böyle bir vizyonla hareket etmek, ne geçmişi tekrar etmektir, ne de birilerinin size bunu bahşedeceğini düşünmek. Geçmiş tekrarlanmaz. Sadece eğer o kanalları tamamen kurutup yok etmediyseniz, tecrübesinden, hafızasından ve ortak değerlerinden yararlanırsınız. Türkiye’nin kendi tarihini hatırlaması, tecrübesini ve hafızasını önemsemesi elbette çok değerli. Ama geleceğe dair herşeyi buradan hareketle inşa edemeyiz.
Uzun zamandır Türkiye’nin bölüneceği endişesini taşıyan kesimler var. Özellikle de ayrılıkçı Kürt hareketinin yükselişiyle bu durum hayli geniş bir alana yayılmış durumda. Bu endişe sahiplerinin bir bölümü tepkiyle, bir bölümü ise güçlü bir iktidarın bu sorunu çözeceği beklentisiyle hareket etti bugüne kadar. Her durumda siyasetin bu sorunun muhatabı ve çözüm adresi olarak kabul edilmesi elbette çok önemliydi. Ancak geldiğimiz aşamada belki de en tehlikeli savrulma, ‘bunu siyaset çözemez’ algısı olabilir. İşte bu tehlike üzerinde fazlasıyla durmak gerekiyor.
Ayrılıkçı Kürt hareketinin gerek bizim siyasi sınırlarımızda, gerekse yakın coğrafyamızdaki temsilcileri, muhtemelen güçlerini ve yükselişlerini daha çok kendi dinamikleri üzerinden okuyorlar. Kendilerine vaad edilenin biraz fazla cazip ve kolay olduğunu da görmüyorlar bu yüzden.
Bu coğrafyada böylesi türedi hareketlerin ve hızlı yükselişlerin bedeli hep ağır oldu. Üstelik bu bedeli hepimiz ödedik. Önümüzde bir seçim var ve kelimenin tam anlamıyla seçimleri de aşan bir tercih yapacağız. Mesela yakın bir tarihe kadar siyasi merkezde kendilerini tarif eden dindar Kürtlerin bir kesiminin 7 Haziran’da ayrılıkçı hareketin partisine yönelmesi, iktidar dengelerini alt üst etti. Bakalım yeni dönemde bu tercihler nasıl şekillenecek.
Tüm bunları konuşurken, İstanbul’da Yenikapı’da teröre karşı omuz omuza bu toprakların ruhunu yansıtan kalabalığı takip ediyorum. Böyle bir mesaja ve kardeşlik vurgusuna ne kadar ihtiyacımız olduğunu meydandaki her nefeste hissetmek mümkün.
İstanbul’daki milyonların mesajı hepimize çok şey söylüyor aslında.