Yaklaşık 30 yılı bulan Kürt silahlı hareketi; geride yine yaklaşık 40 bini bulan insan kaybı bırakmıştır. Son dönemde artık tamamen tahammül edilemez hale gelen karakol baskınları, mayınlı tuzaklar ve doğrudan sivilleri hedef alan bombalı/intihar eylemcili kanlı saldırılar, geriye doğru giderek elimizde acı bir bilanço var.
Son yıl, yani 2012 ise PKK’nın büyük umutlarla başlattığı “devrimci halk savaşı” başarısızlıkla sonuçlandı ve geride Genelkurmay Başkanlığı verilerine göre “yurtiçinde” 560 PKK’lı öldürüldü. Yurtdışında, yani sınır ötesi operasyonlarda da 413 PKK’lı öldürüldü ve 304’ü de yaralı ele geçirildi.
Aynı dönemde 200 aşkın asker, polis ve sivil de şehit oldu.
Son yılın da 30 yılın da kayıpları ağırdır.
Bırakın bu bilançoyu, tek bir vatandaş kaybedilse bile Türkiye için ağırdır.
Çözüm paketinin özeti
Bugün bu tabloyu bir daha geri dönülmemek üzere tümden ortadan kaldırmak için tarihi bir fırsat yakalanmıştır.
PKK önce sınır dışına çekilecek, ardından silah bırakacak ve hepsinden önemlisi de Kürt siyasal hareketi bundan sonra silahı bir araç olarak kullanmayacaktır. Bununla beraber Türk, Kürt herkes aynı anda eşit ve aynı duygu seviyesinde olmak üzere müşterek demokratikleşmeden pay alacaklardır. Etnik kimlik ne olursa olsun temel haklar eşit şekilde paylaşılacaktır. Ülkenin bir bölümünün yüzü gülerken diğer bölümünün suratının asık olması taşınamaz ve kabul edilemezdir; bu eşitsizlik onarılacaktır. Bunu temin etmenin yolu da temel haklardaki eksikliklerin giderilmesidir.
Çözüm denilen sürecin özeti işte budur.
Arkada ne bir pazarlık, ne bir taviz, ne federasyon ne de bir ihanet planı vardır.
Silahlar susacak ve kim ne istiyorsa bunu konuşarak; siyaset vasıtasıyla yapacaktır.
Toplumu tanıyoruz. Bırakın anketlerdeki yüzde 60’ları, böyle bir çözümün toplumsal desteği yüzde 90’dan da aşağı asla olamaz.
Geride kanlı ve ölümlü bir tablo, önümüzde demokrasi temelinde kansız, kavgasız bir gelecek perspektifi bulunuyor...
Böyle bir zeminde gerçekleşen bir çözüme kim “hayır” diyebilir?
“Hayır” diyenler olduğunu bilerek soruyorum.
Böylesine kolay ve hızlı bir çözüme inanmak zor görünüyor tamam ama bazı çevreler için mesele “çözüm” ve çözümün ne içerdiği değildir.
AK Parti’nin ve Tayyip Erdoğan’ın aktör olduğu bir çözüme karşı ezberden rezerv koyulması bilinmedik bir siyasi tutum da değildir.
Geriye doğru 10 yıl içinde Türkiye’yi demokratikleştiren, askeri vesayeti gerileten ve sivilleşme alanını genişleten bütün hamlelerde sergilenen itiraz bugün de tahakkuk ediyor.
Korku değil hakikat zamanı
Şimdi asıl soruyu soralım. İtirazcılar bir an için Erdoğan kompleksinden arınarak şu soruyu cevaplamalılar:
“Ortadaki çözüm paketinde neye itiraz ediyorsunuz?”
Çözümün neresinde ihanet var, neresi bölünme getirecek ve neresi milli birliği tehlikeye atıyor?
Muhatabı daha da netleştirelim ve doğrudan Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’ye soralım bu soruyu. Onlar bize anlatsınlar... Ellerindeki bilgileri paylaşsınlar da çözümün getirdiği riskleri anlayalım. Net, kesin ve anlaşılır endişeleri anlatmalılar. Çünkü, sadece korku ve ihanet üzerinden edebiyata herkesin karnı toktur. 10 yıldır her demokratik adımda bunları fazlasıyla işittik. Türkiye; irtica tehlikesinden, şeriat planlarından, İran-Malezya korkularından, 367’den, 27 Nisan’dan daha geriye gidelim 28 Şubat’tan geliyor...
Korkularla herkes yeterince sınandı. Herhalde bu kadarı yeter.
Şimdi, bu kanlı meseleden kurtulmak üzereyken korkulara komplolara değil hakikati duymaya ihtiyacımız var.
Eminim bu soruya doyurucu bir cevap vermeye kalktıklarında çözüme destek de yüzde 90’lara varacaktır.
Kimbilir belki de asıl korkuları budur.
"Endişeli solcular"a soldan bir öneri
Geleneksel sol, çözüm sürecine ilişkin kaygılarını bir türlü gizleyemiyor. Hemen hergün Kürtleri, Kürt siyasal çevrelerini “ikaz” eden yazılar çıkıyor. Kandil’den gelen isteksizlik mesajlarını Öcalan’ın mektupları üzerine koymak gibi bir pratik gelişiyor. Solda muazzam bir kaygı var... En kaygısızı bile, Öcalan’ı da aşarak ısrarlı bir şekilde PKK’nın sınır dışına çekilmesi için “yasal düzenleme” istiyor.
Bu hal de bana yine Mihri Belli’nin o meşhur sözünü hatırlatıyor:
“Türk solu PKK savaşı sayesinde ayakta duruyor!”
Bazıları çözümün değil de çözümü engellemenin safında yer alınca; Öcalan’dan, PKK’dan daha Kürtçü hallere duçar olunca başka ne düşünürsünüz?
Dün, Radikal İki’de Seyfi Öngider bu problemin derinine inmiş ve solun “İsyanı neden bitiriyorsunuz?” kaygısını şöyle yorumlamış:
AKP’nin gizli bir ajandası olduğundan, “şeriat düzeni” kuracağından kuşkulanan “endişeli modernler” vardı, şimdi bunlara Kürt hareketinin kendilerini satacağından kuşkulanan “endişeli solcular” eklendi... Solun her türlü Kürt hareketini suçlamadan “İsyanı neden bitiriyorsunuz?” diye sormaya kalkışmadan önce, bunun “29. isyan” olduğunu hatırlaması gerekir. Yani, Kürtler daha önce 28 defa isyan etmişler ve şu veya bu şekilde yenilmişler, bu isyanlar bastırılmıştır... Türkiye solu endişelenmeyi ve kuruntularını bir yana bırakıp şimdi yeniden yeni Türk-Kürt ittifakını nasıl geliştireceğini tartışmalıdır. Bunu başardığı ölçüde bu yeni süreç sola yeni gelişme olanakları sunacaktır.