Lübnan'da, 'çağrı cihazları'nın ve diğer 'telsiz cihazları'nın patlatılması dünya gündemine şoke edici bir dehşetli hadise olarak oturdu, tabiatiyle.. 'Çağrı cihazları'nı yeni nesiller bilmez; 35 sene öncelerde, henüz 'cep telefonu' geliştirilemediği dönemde, 'çağrı cihazları' geliştirilmişti ve irtibat kurulacak kişilere verilen 'çağrı cihazı'yla konuşulamasa da; o cihazla, muhataba, 'Beni ara..' mesajı verilebiliyordu.
7 Ekim 2023'deki 'Aqsâ Tufanı', nasıl ki, Siyonist İsrail rejiminin aşılamaz- geçilemez sanılan bütün savunma sistemlerini bertaraf ettiyse, Siyonist düşman da boş durmadı, son 'siber saldırısı'yla rövanşı almaya kalkıştı; cep telefonları yoluyla da yapılabilecek teknik saldırıların daha kolay ve ilkel olanını sahnelemek imkânından faydalanarak..
Aslında, Lübnan Hizbullah Teşkilatı'nın lideri Hasan Nasrullah'ın, bir tedbiri düşünürken , 'temkin hatası' yapmasından kaynaklandı, bu saldırı imkânı.. Şöyle ki, Şubat- 2024'de yaptığı bir konuşmada, cep telefonları aracılığıyla bütün konuşmalarımızın dinlenmesi ve bulunduğumuz yerlerin belirlenmesi imkânı olduğundan, bu telefonları kapatıp, bir yere gömme tavsiyesinde bulunurken, bunun yerine, o gelişmiş imkânlara sahib olmayan 'çağrı cihazları' kullanılmasını emrediyordu, teşkilatına..
Farkında olmadan, orada açık verilmişti. Nitekim, artık pek kullanılmayan ve elinde kalmış o 'çağrı cihazları'nın üreticisi olan Taiwan'dan - Siyonist İsrail rejimiyle güyâ hiç ilgisi olmayan'- bir takım kişiler veya şirketler o cihazlardan bol miktarda Macaristan'da bir şirket satın almışlardı, sessiz-sadâsız.. Ve o kişi veya şirketlerin Siyonist rejimle bir ilgisinin olduğu anlaşılamamıştı..
Yani, aslında çok karmaşık olmayan, sâde bir operasyon kurnazlığı sergilenmiş..
Ve Nasrullah'ın teşkilatındaki etkili isimler artık bu 'çağrı cihazları'yla haberleşiyorlardı.. Kendilerine gelen mesajlardaki numarayla, sâbit veya ankesörlü denilen telefonlarla irtibat kuruyorlardı. Bilinmiyordu ki, bu cihazların batarya sistemine müdahale ederek patlatma imkânı daha kolay.. Her ne kadar aynı tehlike cep telefonları için de söz konusudur, ama, bu devirde, cep telefonu kullanmayıp bu çağrı cihazlarını kullananların da özel kişiler olduğu anlaşılıyordu.. Nitekim, çok basit ve ucuz bir yöntemle, tasavvur edilemez hedefler vurulabildi..
Evet, hırsız evin için içindeyse, dışardan kilit vurmanın tedbir olmadığı konusu..
Ya da, 'Su uyur, düşman uyumaz..' atasözündeki ikaz..
*
Açıktır ki, bu konu üzerinde dünya çapında çok büyük tartışmalar ve de gelişmeler devam edeceğe benziyor. Biz bu konuya bu kadarca değindikten sonra, çok önemli bir iç meseleye de değinelim:
*
Harp okulundan mezun olanların topluca okudukları yeminden sonra, söz konusu yüzlerce teğmenin, dağılma sırasında, kendi aralarında, resmî bir tarafının olmadığı bilhassa belirtilen ve -üstelik de, harp okulundan birinci olarak mezun olan bir genç kızın en önde yer aldığı bir güç gösterisi yapıp, muhayyel karşıtlarına veya düşmanlarına kılıç göstermeleri ve - 'Biz, filânın askerleriyiz..' nâraları atmaları ve bundan 2 yıl öncelerde kaldırılmış olan ikinci bir yemin metnini okumuş olmaları, kenarından teğet geçilecek bir sıradan bir hadise değil iken..
Bu güç gösterisi ve kılıç çekmesi karşısında hangi çevrelerin nasıl ümitlere kapıldıkları, başta sosyal medya olmak üzere, değişik mecralarda yazılıp çizilenlerden de anlaşılıyordu. Ki, halkımız, o çevreleri, her 10-15 yılda bir nükseden darbe hastalıklarının hecmelerinden dolayı biliyordu.
Bu durum karşısında, -tabiatiyle, Başkomutan da olan- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen hafta yaptığı ve 'O kılıçları kime çekiyorsunuz? Kendini bilmezler temizlenecek..' sözleriyle, geniş kitlelere rahat nefes aldırdı ve hele de son 200 yıldır silâhlı güçlere musallat olan 'darbecilik virüsü'ne ve 'Yeniçeri Hastalığı'na musallat olan mâlum odakların hevesleri kursakları kaldı, denilebilir..
Ancak, sosyal medyada ve bazı gazete yazılarında, 'Başkan Erdoğan'a yapılan ve o genç teğmenlerin affedilmesi çağrıları hâlâ devam ediyor.
Değişik isimlerle paylaşılan çağrıların çoğunun aynı metinlerden ibaret olması da bir ayrı konu.. Benim 'e-mail'ime de gelen birçok ortak metinlerdeki şu cümlelere dikkat etmek gerekiyor:
'SAYIN CUMHURBAŞKANI TAYYİP ERDOĞAN.
Harbiyeli gençleri yargılama. Aşağıdaki çöl bedevisi Arapların dinini yargıla. Çünkü Harbiyeli gençler Atatürk' ü çok seviyorlar.
Bakın Atatürk ne diyor? 'Muhammed' in kurduğu Arap dini ne Türklere yaradı. Ne de Araplara...(...)'
SAYIN CUMHURBAŞKANI: HARBİYELİ, KILIÇLARI SİZE DEĞİL
BU AKIL VE DİNE ÇEKTİ.. (...)'
ESKİ BİR HARBİYELİ (...)'
*
Evet, baştan sona İslam düşmanlığının sıralandığı bu mesajlardan birkaç cümleyi bu kadar aktarabiliyorum..
Böyleyken, bir kısım yazar-çizerler, bu kılıç çekme gösterisi'nin, 'kendilerini resmî ideolojinin ideallerine bağlı hisseden vatandaşlar tarafından memnuniyetiyle karşılandığını' dile getiriyorlar.
Nitekim, darbe dönemlerinin en darbeci yayınları yapan gazetelerden birisinde evvelki gün, bir yazar, bu 'kılıç gösterisi'ni sağlıklı bir işaret olarak gösteriyor ve
,'Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki dönemde Harp Okulları'nı konu alan kimi tartışmalar ve iddiaların ardından Türk Silahlı Kuvvetleri'ne subay yetiştiren en önemli kurumlardan birinden mezun olan öğrenciler arasında Atatürkçü damarın ne kadar kuvvetli olduğu etkileyici bir şekilde görülmüş olunmalıdır.' deniliyor ve hemen arkasından da, 'sûret-i haktan görünmek' istenircesine, 'Bütün alanlar arasında disiplinin en katı ve ödünsüz uygulandığı kurum askerliktir. Duygularımızı ve heyecanlarımızı bir tarafa bırakıp meseleye bu yönüyle yaklaştığımızda diploma töreni için belirlenmiş resmi programın dışına çıkıldığı noktada bir disiplin meselesi de uç vermektedir.' görüşü de dile getiriliyor ve 'yapılan açıklamalardan bir disiplin prosedürünün başlatılması ve disiplin ihlâli bulunsa da, kararlaştırılacak ceza, mesajı itibarıyla son tahlilde, teğmenlerin (...) bağlılıklarını duyurdukları bir hareketlerine verilmiş olacaktır. (...) Bu durum, her yeni dalgada ordu ile ilgili konuları, asker-sivil ilişkileri meselesini gündemde tutacaktır. (...) denildikten sonra, 'Her halükârda, bazı teğmenlere ceza verilse bile, (...) bu sancılı meselenin suhuletle çözümü yönünde bir yaklaşım benimsenmesi ve konunun daha fazla dallanıp budaklanmadan bir şekilde geride bırakılması sağduyunun gereğidir.' temennisi bir tavsiye olarak ifade ediliyor, üstü kapalı 'gözdağı' verme uslûbuyla..
*
Biz şimdilik sadece şu kadarını belirtelim ki, önceden böyle disiplinsizlik suçları işleyen nice subaylar olmuştur ki, affedilmeleri için yakarıp, sonuç almış ve orduda kalmışlarken; nicelerinin askerî darbeler sonrasında, ortaya 'milletin kurtarıcısı ve özgürlük kahramanları' olarak çıktıkları unutulmamalıdır.. Ki, bu konudaki nice örnekler bir başka yazıda ilginç örnekleriyle değiniriz, inşaallah..
*