Çocukluk günlerimden bu yana ben ne zaman bir ağaç kesildiğini görsem hasta olurum.
Kurumuş, hayâtiyetini çokdan kaybetmiş bir ağaç bile olsa onun gözdesine inen her balta darbesini sanki kendi kollarımda, bacaklarımda hissederim.
Rahmetli Annemin bu gibi durumlar için hep hazır bulundurduğu streotip bir sözü vardı:
“Delilik parayla değil...”
Öte yandan bir ağaç kesilirken balta darbelerini gövdemde hissetmem aslında nisbeten zararsız psikozlarımdan biridir. Zamân içinde yedire yedire öbürlerini de anlatırım.
Zâten bugün asıl konum bu değil.
Beş gündür gündemimizin baş köşesine oturmuş bulunan Taksim “Muhârebeleri” meselesine biraz değişik bir nokta-i nazar getirmek istiyorum.
Taksim deyince bende başka bir tedâîsi Kıbrıs’dır. 1960 sonları ve 70’lerin ilk yarısı “Ya taksim ya ölüm!” nâralarıyla koşuştururduk milletçe!
Önce tamâmı diye tepinirken sonra usulca en az yarısından ferâgat etmek biraz kanıma dokunuyor idiyse dahî bir şeyin yüzde ellisi hiçbir şeyin yüzde yüzünden fazladır diye ben buna da râzı olmuşdum. Gerçi 39 senedir onun bile tamâmını koparamadık ya...
“O tempora, o mores! (Hey gidi günler, hey!)” demiş Cicero... Çaçaron Adam!..
Bu haftaki Taksim’e gelince:
Benden çok daha akıllı ve usta kalemler (rüşvet-i kelâm!) kaç gündür mevzuun esâsen Taksim’deki sekiz on ağaç değil AK Parti’ye karşı değişik kesim ve zümrelerde yıllardır birikmiş öfkenin tezâhürü olduğunu belâgatle îzâh etdiler. Bunun temelinde de, pek çok iç ve dış konuda olağanüstü başarılı bir hükûmetin, bilhassa Başbakan Erdoğan’ın, efkâr-ı umûmiyeye karşı tavrı yatıyormuş.
Bence de öyle görünüyor.
Çok geniş kitlelerin böyle barut gibi patlamasında ise Ak Parti’nin, gösterileri, dolayısıyla halkı anlamakda gösterdiği beceriksizlik rol oynuyor.
Peki, bu saatden sonra, bunca çanak-çömlek paramparça oldukdan sonra ne yapılabilir?
Bence Başbakan Erdoğan, artık durum Büyükşehir Belediye Başkanı seviyesini fersah fersah aşdığı için, yine bizzat ekrana çıkarak Taksim’de artık halkın onayı alınmaksızın hiçbir adım atılmayacağını, ama meydanın da her hâl ve kârda Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri hâline getirileceğini inandırıcı bir dille ifâde ederek İstanbulluların ve diğer şehirlerdeki öfkeli yurddaşların gönlünü alabilir.
Sonra özenle; Gezi tarafı, Aya Triada Kilisesi’nin önündeki salaş dükkânlar yığını, Tâlimhâne ve Tarlabaşı taraflarının ön cebhelerinin “makyajı” ve devâsâ bir çürük diş misâli kuzey tarafını rezîl eden AKM (Atatürk Kültür Mezbeleliği) yokedilip yerine belki biraz “Art Nouveau” üslûbu mütecânis, kendi içinde uyumlu bir mîmârî çerçeve inşâ edilebilir.
Taksim, esâsen biraz hüdâ-i nâbit ve bölük börçük teşekkül eden, daha doğrusu bir türlü edemeyen bir “meydan müsveddesi”dir. Batı yâhut Orta Avrupa’nın herhangi bir büyücek şehrinden bir belediye mîmarını getirip “İşte 14 milyonluk İstanbulumuzun enönemli ve merkezî meydanı!” deseniz adam/kadın ya gülmekden helâk olur gider ya da melankoli illetine dûçâr olur.
Aktüel kargaşa ortamı ise tamâmen belediye ve müteâkıben polisin akıl almaz ölçüde ve kör kör parmağım gözüne “acemice” (?) tutumu yüzünden doğmuş, kaosa âdetâ kırmızı dipli balmumuyla dâvetiye çıkarılmışdır. Sayın Başbakan, eğer söylediği üzere, bu rezâletin içinde “kışkırtıcı ajanlar” arayacaksa işe bunlardan başlaması belki arama faaliyetinin fazla uzamamasını dahî sağlayabilir.
Kimse kendini veyâ etrâfını aldatmaya yeltenmesin!
Tecrübeli “uzmanlar”bir yana, hâdisenin başlamasından iki saat önce bir Kuleli son sınıf öğrencisine kroki üzerinden durumu anlatsanız daha doğru kararlar alarak fâciâyı önleyebilirdi!
Bu kadar plansızlık, önceden planlanmaksızın nasıl uygulanır anlayamıyorum.