A Milli Takım maça çok gergin başladı. İlk 8 dakikada Türk Milli Takımı’nın sayı bulamayışı, işlerin hiç de iyi gitmeyeceğinin ilk işaretiydi.
Hem savunmada problemler yaşadık; hem de hücumda bir türlü organize edilmiş, seçilmiş atışı bulamadık.
Finlandiya cephesinde ise oyun düzenlerini tamamen dış şut atışlara göre planlamışlardı. Bunda da haksız sayılmazlar. Çünkü iç sahada, boyalı alanda oynayabilecek bir oyuncuları yok.
Biz kendi silahlarımızı ve kendi düzenimizi koruyup, topu boyalı alandan uzunlarımıza yani Ömer Aşık, Semih, Oğuz Savaş, Kerem Gönlüm gibi oyunculara geçirip sayı aramak yerine, Finlandiya gibi oynamaya başladık. Ne yazık ki bunda da başarılı olamadık. Çünkü dış atışlarımızdaki yüzdemiz maç sonu itibariyle 22’de 4 gibi bir rakamdı.
Diğer bir taraftan da Milli Takımımız’ı farklı bir bakış açısıyla gözlemlediğimizde her ne kadar yetenekli, NBA kariyerli oyunculardan kurulmuş da olsa bu oyuncuların görev ve sorumlulukları belirsizdi. 50 günden fazla süreyle kamp dönemi geçirmiş bir takımın oyuncularının daha bir organize olması gerekirdi.
Ayrıca oyun kurucu pozisyonunda sıkıntılarımızın olduğu bu maçta açıkça ortaya çıktı. Zaten hücum düzenimiz olarak demode bir basketbol oynuyoruz. Bir de bunun yanına oyun kurucu sıkıntısı eklenince seçilmemiş atışlar, kişisel zorlamalar devreye giriyor. Bu da tabi ki Avrupa Şampiyonası gibi bir ortamda takımın kolay sayı bulmasını oldukça zorlaştırıyor.
Çoğu zaman Avrupa Şampiyonası’nda sonuca gitmeye elverişli olmayan bir savunma yapıyoruz. Bu da tabi ki işleri daha da zorlaştırıyor. Çünkü bire birde olsun, yardım pozisyonlarında olsun herkes birbirinden katkı bekliyor ki; bu olacak bir şey değil. Çünkü oyuncuların önce kendi görevlerini yapmaları lazım.
Finlandiya grubun en zayıf takımıydı. Böyle bir takıma kaybetmek grupta işleri çok zorlaştırdı. Şimdi İtalya, Yunanistan ve Rusya’dan ikisini yenmemiz gerekecek diye düşünüyorum; tabi ki eğer başka bir sürpriz olmazsa... Sonuçta gruptan iyi bir pozisyonla çıkmak önemli.