Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, NATO Genel Sekreteri’nin YPG hakkındaki saçmalamalarına gerekli cevabı verdi. Bir anlamda, NATO’ya “nota” vermiş oldu.
İyi de oldu.
Şu NATO üyeliğimizi masaya yatırmanın zamanıdır.
Çünkü NATO, Türkiye’yi güçsüzleştirmek ve savunmasını zaafa uğratmakla görevli bir askeri pakta dönüştü.
NATO tatbikatındaki skandalı hatırlayalım: Mustafa Kemal Paşa ve Erdoğan’ın fotoğrafları “atış hedefi” yapılmıştı.
Skandalı özürle geçiştirebilirsiniz, ikna edici bir etki de uyandırırsınız ve özrünüzün samimi olduğuna belli mahfilleri inandırabilirsiniz.
Nitekim NATO genel sekreteri, skandal duyulur duyulmaz, telaşla özür dileme seferberliğine girişti. Yazılı ve sözlü açıklamalarda bulundu. “Üzgün olduklarını, çok çok üzgün olduklarını” bildirdi. Hatta dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’la bir araya geldi, özürlerine özür ekledi.
Bunlar oldu.
Muhtemelen “birileri” tarafından ikna edici de bulundu.
Peki, birikmiş “rahatsızlıklarımız” izale edildi mi?
Hayır.
Şunu rahatlıkla söylemek lazım:
Dâhil olduğumuz bu ittifak, bidayetinden beri aleyhimize çalışıyor. Kaç kez suçüstü yakalandılar.
Bütün darbelerin arkasında bu örgütü bulabilirsiniz.
En nitelikli subaylarımız, NATO tarafından özel eğitime tutulur. Darbeleri yapanlar da, nedense, bu “nitelikli subaylar” arasından çıkar.
Neden acaba?
NATO, soğuk savaş döneminde, bir kanat ülkesi olduğumuz ve stratejik bir noktada bulunduğumuz için, bizi “taşınabilir” buluyordu.
Soğuk savaş bitti.
NATO işlevini büyük ölçüde yitirdi.
Bu örgüt, sadece Amerika’nın taleplerine cevap veren, daha doğrusu Amerika’nın hegemonyasını meşrulaştırmak için korkutucu bir kalkan olarak geri planda tutulan ve hin-i hacette devreye sokulmasından korkulan bir “saklı tehdit”e dönüştü.
İşlevini yitiren, geleneksel düşmanının teslim olmasıyla işsiz kalan örgütün yeni bir hasma ihtiyacı vardı.
Kısa sürede bu hasım da bulundu ve “kırmızı” olan düşman rengi “yeşil”e dönüştürüldü. Bütün bir “İslam coğrafyası” bu örgütün yeni hasmıydı artık.
NATO, bugün bizi ikna edemiyor.
Barış Pınarı harekâtına hak veriyor görünse de, ikna edici olmaktan çok uzak.
Çünkü ülkemize ve “bağımsızlığımıza” yönelik bütün taarruzların altında bu örgütü ve Batılı müttefiklerimizin parmağını görüyoruz.
Çok da şaşırmıyoruz.
Karşılıklı yükümlülüklere ve altına imza atılmış anlaşmalara rağmen, bugüne kadar hiçbir “savunma ihtiyacımız” karşılanmadı. NATO ülkeleri, peş peşe, Türkiye’ye silah satışını yasakladıklarını açıklıyor.
Pazarlıkları yapılmış ve tediyesi gerçekleştirilmiş hiçbir silah adresimize teslim edilmedi.
Bize parayla çok gördükleri silahları terör örgütlerine “bedelsiz” dağıttılar. İkna edici bir açıklama da yapmadılar. Yıllardır, hem terör örgütlerine, hem de NATO envanterine kayıtlı silahlara karşı savaşıyoruz.
İş başa düştü...
Füzemizi, tankımızı, İHA’mızı, SİHA’mızı, piyade tüfeğimizi artık kendimiz üretiyoruz. Hava savunma sistemimizi başka partnerler (Rusya) aracılığıyla kendimiz kurmaya çalışıyoruz. Bir taraftan da tehditlere karşı savaşıyoruz.
NATO ve müttefiklerimiz 15 Temmuz’da suçüstü yakalandı.
Darbenin içindeydiler.
Darbenin başarılı olması durumunda ya da muhtemel bir iç savaşta “müdahale” seçeneğini devreye sokacak, kontrollü bir işgal hareketine girişeceklerdi.
Darbeden sonraki suskunluklarını da, suçüstü olmanın verdiği telaş ve hayal kırıklığıyla açıklamak lazım!