İran Büyükelçiliği’nin önündeki panolarda Halepçe katliamını belgeleyen resimler sergilenirdi. Saddam rejiminin kimyasal silahlı saldırısında can veren masum çocuklar, kadınlar... “Bu zulme nasıl sessiz kalırsın, ey dünya?” diye sorardı İran devleti... Şimdi o zulmün aynısına Suriye’de kendisi imza attı.
Şebbihalar bütün cephelerde yenilgiye uğruyordu. Hamaney rejiminin, Rusya ve Çin devletlerinin desteği yetmiyordu Suriye Devrimi’nin silahlı kuvvetlerini durdurmaya. Devrim, Şam kapılarına dayanmıştı. Esed rejimi çöküyordu. Derken, Mehdi’nin vekili olma iddiasındaki Ali Hamaney, hâlâ Devrim Muhafızları diye anılan karşı devrim muhafızlarını ve Lübnan’daki malum birliklerini bizzat savaşmak üzere Suriye’ye sevk ederek Deccal’e selam çaktı. “Yâ Ali!”, “Yâ Hüseyin!” nidalarıyla çağımızın Yezid’lerinden Beşşar Esed’in zulüm düzenini müdafaaya koştu İran ve Lübnan’ın sözde mücahitleri. İmam Ali, İmam Hüseyin (radıyallahu anhum) nerede, bunlar nerede? O müthiş şizofrenileri içinde kendilerini kandırabiliyorlar belki, ama maşeri vicdana yutturamıyorlar yalan Şia’lıklarını. İslam Cumhuriyeti dedik, Şia Cumhuriyeti bile çıkmadı. Şia ise de Ali Şiası değil, Hüseyin Şiası değil, Yezid Şiası! Adı Hizbullah kendi Hizbulesed olan teşkilat hakeza.
“İran yönetimini Suriye Devrimi’ne adil davranmaya çağırıyoruz” (Hüccetülislam Muhammed Hatemi), “Rejim tarafından zulme maruz bırakılan Suriye halkının haklı taleplerini destekliyoruz. Biz ne Sünni bloğu ne de Şii hilalinden yanayız. İslam birliğinden yanayız” (Şeyh Ali Fadlullah), “Suriye Devrimi, adil ve yetkinin halkta olduğu yeni bir Suriye doğuracak. Şiiler, zalimlere karşı mazlumun yanında olmalıdır. Zalimlerin yanında yer almak Şiiliğin temel niteliklerini yok eder” (Şeyh Hasan El Emin) diyen hakiki Şia ehline selam olsun. Emini ki, Suriye’de kimyasal silahla katledilen o masum insanların, bilhassa çocukların resimleri bizim yüreklerimizi dağladığı gibi onların da yüreklerini dağlamıştır. Zalimliği iyice benimseyen Hamaney ve adamları ise timsah gözyaşları dökmeye bile tenezzül etmiyorlar; “Esed yapmamıştır, provokasyondur” deyip geçiyorlar. Bu katliamın provokasyon olduğunu farz etsek bile, Esed rejiminin masumları kitleler halinde öldürmekten hiç geri durmadığı gerçeği orta yerde durmuyor mu?
Esed rejimini canla başla destekleyen, o rejim için o rejimin kendisinden bile daha büyük bir iştiyakla savaşan ve birçok İranlı yetkiliden bizzat işittiğim üzere o rejimi tepeden tırnağa kontrol altında tutan Hamaney rejimi, katliamların 1 numaralı sorumlusudur. Şebbiha’nın işbirlikçisi olmanın ötesinde, Şebbiha’nın azmettiricisidir. Kendisi de bizzat Şebbiha’dır, hem de Şebbiha’nın önde gideni.
Evet, İran Büyükelçiliği’nin önündeki panolarda Halepçe katliamını belgeleyen resimler sergilenirdi. Saddam rejiminin kimyasal silahlı saldırısında can veren masum kadınlar, çocuklar... “Bu zulme nasıl sessiz kalırsın, ey dünya?” diye sorardı İran devleti... Şimdi biz, İran Elçiliği’nin önünde, Suriye’deki kimyasal silahlı saldırıda can veren minik yavruların resimlerini “İslam Cumhuriyeti”nin temsilcilerine göstererek, “Bu mu sizin cumhuriyetinizin İslam’ı?” diye soruyoruz.
Onca mustaz’af edebiyatı meğer müstekbirliği gizlemek içinmiş.