Devletinin mahrem bilgilerini satarken suçüstü yakalanan casus gazetecinin “Cumhuriyet tarifleri”ni okurken aklıma geldi.
Eskiler “hamakat” derlerdi...
Bir yere kadar çekilir bir durumdur bu.
Entelektüel olanı hiç çekilmiyor.
Başa dönüp tekrar tekrar anlatıyorsunuz ama hiçbir şey değişmiyor.
Bakın neymiş Cumhuriyet?
Casus gazeteci anlatsın: “Tercüme Bürosu’ndan, Köy Enstitülerinden yetişmiş entelektüellerdir, Türkçeye çevrilmiş klasiklerdir. / Konservatuardır, tiyatrodur, operadır, baledir, heykeldir. / Demiryoludur, fabrikadır, bacadır. / Milletin Meclisi’ne güven, halkın iradesine inançtır. / Olağanüstü Hal şöyle dursun, savaşta bile Meclis’i açık tutma kararlılığıdır. / Tek adam kalma imkânı varken demokrasi denemesidir.”
İşin “Konservatuardır, tiyatrodur, baledir” bölümüne hiç girmiyorum.
Kısa bacaklı kıllı ayılar tarafından yönetilen İmparatorluk bunların tümünden habersizdi, öyle ya...
O kadar sahne oyunu, o kadar müzikli gösteri, o kadar tiyatro girişimi 29 Ekim 1923 akşamı (bir “aydınlanma mucizesi” olarak? gökten zembille indirildi...
Kültür ve müzik alanındaki ilk kurumsal yapıların “gerici” ilan edilen Sultan Abdülhamit döneminde inşa edildiği gerçeği hamakat ehline bir şey anlatmayacaktır. (Sergerde Enver Paşa, hani Mustafa Kemal’in rakibidir diye nefretle andıkları Enver Paşa bir gün Ertuğrul Muhsin’i çağırır ve ona şöyle der: “Niçün İbsen sahnelemiyorsunuz kuzum?” Düşünebiliyor musunuz, “konservatuardır tiyatrodur baledir” bilmeyen imparatorluğun sergerde paşaları bile “deneysel tiyatro”dan, deneysel tiyatronun simge yazarlarından haberdar...)
Ha, “Cumhuriyet Tercüme Bürosu’ndan, Köy Enstitülerinden yetişmiş entelektüellerdir” kısmını tartışabiliriz.
Ülkesine ve tarihine yabancı bir “kavrayış”ın ürünleri bu kurumlardan yetişti.
Hem tarihine ve ülkesine yabancı, hem düşman...
Hem de fena halde cahil bir kuşak...
Kemal Tahir sağ olsaydı da, “sırayla” saydırsaydı.
Demiryollarını kutsayan ve “ilerlemenin mikyası” sayan bir kuşaktır bu ama yurdu demir ağlarla örenlerin inşa ettiği demiryollarının toplamda kaç kilometreyi oluşturduğu bilgisine sahip değildir. (Yine onlar yapmış... Yurdu demir ağlarla, çökmüş imparatorluğun gerici yöneticileri örmüş.)
Cumhuriyet, Olağanüstü Hal şöyle dursun, savaşta bile Meclis’i açık tutma kararlılığıymış, tek adam kalma imkânı varken demokrasi denemesiymiş.
Hamakat dediğim tam da bu işte...
Demokrasiyi Cumhuriyet’in bir “cüz”ü ve “getirisi” saymak...
Demokrasi, oysa, Cumhuriyet’le birlikte gelmemiştir.
Cumhuriyet’le birlikte “gitmiştir...”
Önce, Birinci Meclis’in çok parçalı görüntüsü (muhalefet) dağıtılmış, Cumhuriyet ilan edildikten sonra da “çok partili düzen” ortadan kaldırılmıştır.
Hemen aklınıza “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” geliyor.
İrili ufaklı bütün fırkalar kapatılmıştır.
Bununla birlikte, farklı seslere tercüman olan bütün gazeteler kapatılmıştır.
Bir zahmet “google”a girin, arama motorlarına “kapatılmış fırkalar ve mevkuteler” diye yazın. Bakalım karşınıza ne çıkacak!
Bir de şu:
Casus gazeteci, Olağanüstü Hal’i güncel bir uygulamaymış gibi göstermeye çalışıyor. Tek parti dönemi tümüyle “Olağanüstü Hal”le geçmiştir oysa... Çok partili dönemin yarısı da, yine Olağanüstü Hal ve Sıkıyönetim uygulamalarıyla geçmiştir.
Meclis’i ayakta tutma kararlılığına gelince...
Evet, Cumhuriyet’i kuranlar bu kararlılığı gösterdiler ama tercüme odası aydınlarının sülbünden gelenler bunun değerini bilemediler, 15 Temmuz’da bu Meclis’i bombalayan FETÖ’nün dümen suyuna girdiler.