Bir medya topluluğu düşünün, ülkenin bütün kritik siyasal ve sosyal olaylarında marjinalinden merkeze kadar bütün gazeteleri, bütün yazarları eksiksiz, firesiz aynı şeyleri söylüyor. 60 yıllık gazete ile 6 aylık gazete, hiçbir tecrübe farkı olmaksızın aynı çizgide saf tutuyor.
Gezi Parkı, 17 Aralık, 30 Mart, Soma, Okmeydanı... Yeni Türkiye medyası her olayda en farklı fikirlere kendi yayın politikası sınırlarında da olsa yer verdi. Sayısız eleştiri ve kritik yazısı yazıldı. “Ama” da dendi “fakat” da... Özür dilensin de dendi, istifa çağrıları da yapıldı.
Ne var ki bu ülkede gazetecilik yeni medyadan ibaret değil.
Eski Türkiye medyasının 25-30 gazetesi birden her olayda hep aynı ortak tavrı koyuyor ve içlerinden bir kalem bile “Ama bir de şu tarafı var” diyemiyor. Gezi Parkı’ndan Soma’ya kadar hep aynı...
“Çok haklıyız, çok meşruyuz, ideolojimiz harika ama bizim çocuklar da ortalığı yakıp yıkarken biraz dikkatli olsalar iyi olurdu...”
Veya,
“Telefon dinlemeler hiç olmazsa kitabına uydurulsa fena olmazdı..”
Veyahut da,
“Laik uyanış, Y kuşağı mükemmel ama önüne gelen başörtülüyü, dindarı tartaklamasalar daha iyi olurdu...” diyebilen bir satır dahi yazamıyor.
Yüzlerce yazar birbirinin kopyası yazıyı her gün usanmadan tekrarlıyor ama zevahiri kurtarmak için bile tek satır özeleştiri yapılamıyor.
Bütün zihinleri bir savrulma, bir coşku, bir slogan şehveti sarmış gidiyor...
Bir de amansız korku...
Yanılıp da kendi sınıflarından birini eleştirmek gibi bir hatayı zinhar yapmıyorlar. Mahalle baskısı bütün kalemleri, bütün zihinleri, bütün beyinleri kuşatmış... Bütün düşünceler aynı hedefe kilitlenmiş, aynı amaç için ipotek altına alınmış.
“Soma’dakilere ölüm müstahaktır” diyene bile “O kadar da değil” diyebilen bir satır yazılamıyor.
Meslektaşlarının hatta patronlarının telefonları kanunsuz dinleniyor bir tane itiraz sesi çıkmıyor. Çıkmıyor çünkü, mahalle baskısının yaydığı korku bütün kalemleri aynı esaret rüzgarıyla kuşatıyor.
Fikir jandarmaları köşe başlarını tutmuş, bırakın bir itirazı dile getirmeyi, başını öne eğecek olanın kafasına bile sopayı indiriyor. Ses çıkarmak mümkün değil. Gazeteciler Cemiyeti de böyle konseyi de, gazetesi de, televizyonu da... Kimse ses çıkaramaz, hiçbir kalem farklı istikamette oynayamaz, bir kişi bile sırayı bozamaz.
Oysa, gazetecilik demek özgürlük demektir, gazetecilik demek vicdan demektir, gazetecilik demek biraz olsun farklılık demektir. Gazetecilik önce ve mutlaka demokratlık demektir.
Eski Türkiye medyası Hürriyet, Cumhuriyet, Sözcü, Yurt, Aydınlık, paralel, meridyen vs. hepsi birden artık biraz olsun özgürleşmeli, zincirleri kırmalıdır. Kalem sahipleri hiç olmazsa utangaç, ürkek bir itiraz cümlesi yazabilmelidir. Zihinlerinden, “Bu kadarı da olmaz” diye geçiyorsa korkusuzca dile getirebilmelidir. Ki biz de yapılan işe “gazetecilik” diyebilelim.
Gazeteciye korku yakışmaz, mahalle baskısı yaraşmaz.
Biraz ahlak, biraz cesaret... İnanın, meslek bu kadarına “müstahak” değildir.