Amerikan emperyalizmi, RAND raporuna iliştirdiği “darbe” paragrafının hükümete yakın medya ve düşünce alanında “darbe hezeyanına” dönüşmesiyle maksadına ulaştı.
Kim, “darbe tartışmaları AK Parti tabanını derler-toparlar, dağılmayı önler” diye düşünürse, söyleyeyim, sonu hayal kırıklığıdır.
Sokaktaki insan, henüz 3 yıl önce büyük darbe travması atlatmış bir ülkenin kapısına yeniden “darbeciler” dayanırsa, bu kez, darbeciden çok, onlara bu manevra alanını bırakan sivil-asker otoriteyi hedef alır, bilin.
15 Temmuz’da 251 şehit, 2 bin 194 de gazi vermiş milletin, devlete karşı yeni bir kalkışma olduğunda bu kalkışma ortamına vize vermiş siyasi otoriteyi de sorgulamayacağını sanmak, en hafif deyimle, “siyasi saflıktır…”
Millet, şereflidir.
Vergileriyle ayakta tuttuğu ordusunun silahını kendisine çevirmesi durumunda tabii ki sessiz kalmaz, evine çekilip bakmaz, ama, o silahla yeniden karşılaşmasının hesabını da herkesten sorar, işin sonunda tüm siyasi kadrolar gider, memleket yeni bir paradigmaya yönelir.
KORKU SİYASETİ ÇIKMAZ SOKAKTIR…
Kamuoyuna korku pompalanarak yapılan siyaset sürdürülebilir kimlik taşımaz.
Özellikle, Türk milleti gibi özgüveni yüksek, “tarih yapıcı” kimlik taşıyan ve siyasi genetiğinde “meydan okuma dokusu” olan milletlerde bu kısa süreli etki yapsa da, zamanla fena halde sulanır.
Zat-ı muhterem çıkıyor, “Laikçi-Atatürkçüler darbe yapacak” diye yazılar döşeniyor, kim bunlar, nerede toplaşmışlar, planları ne? Bu memlekette böyle bir cunta var ve bir köşe yazarı bunu tespit etmiş, ey Hakan Fidan, senin çocuklar uyuyor mu?
Ne bu?
“Korku” üzerinden çevreye adam toplama telaşı!..
DEVLET ÇALIŞMIYORSA HEPSİ OLUR…
“Darbe olacak”, “Suriye’de askeri hezimet yakın”, “Ekonomi çöktü-çöküyor” “Sokaklar hareketlenecek, kaos planı devrede…”
Bir sürü korku iddiası, sokaktaki insanı “kabul edilmiş çaresizliğe” sürükleme hezeyanları…
Bunların hepsi olabilir mi, evet olabilir, ama bir tek şartla, “devlet çalışmazsa, kurumlar ve kişiler üzerine düşeni yapmazsa…”
Bu ülkede eğer darbe tartışması ortalığa dökülmüşse, iki kişiye bakarım: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve MİT Başkanı Hakan Fidan…
Onlar işin başında mı, ordunun içini iyi kontrol ediyorlar mı, yoksa gözden kaçan bir şeyler olabilir mi?
“Darbe tartışması” dediğiniz şey, “siyasi” değil, “teknik” bir konudur.
Siz istediğiniz kadar Meclis kürsülerinden esin-savurun, binlerce saat TV programlarında tartışın, sözünü ettiğim bu iki insan bir yerde atlarsa, esas gerçek orada ortaya çıkar.
KUVVAYI MİLLİYE ÖZGÜVEN DEMEKTİR…
Herkes işini iyi yapacak…
Buna rağmen bir sorun ortaya çıktığında da siyaset üstü duruşla millet o sorunun üzerine omuz omuza gidecek..
Beka mücadelesinin ana zemini budur…
Kuvvayı Milliye duruşu öncelikle insanlık alemi karşısında özgüvenle durmak demektir…
Mustafa Kemal’in “geldikleri gibi giderler” cümlesiyle, Erdoğan’ın “topunuz birden gelin” cümlesi tarihsel bütünlük taşır.
“Korkarak” değil, “meydan okuyarak” yaşayabileceğimiz bir coğrafyadayız…
Ama…
Henüz 20’li yaşlardaki gençler, eksi 30 derecelerde o dağlarda PKK’ya karşı harekatlarda görevlerini nasıl büyük bir titizlikle yerine getirmeye çalışıyorsa, Gezi Davası gibi Türkiye siyaseti açısından son derece önemli bir davanın hukukçuları da o iddianameyi hazırlarken aynı titizlikte olacaklar.
Ekonomiyi yönetenler, milleti makro rakamlara boğmaktansa, mikro yaşamları düşünerek ekonomideki rahatlamanın sokaktaki insana ne zaman yansıyacağının hesabıyla konuşacaklar.
…Veya…
Meclis’te partisi ne olursa olsun, milletvekillerinin tamamı, kamuoyunda oluşturulan ve kolay siyasi sömürü aracı olan, “yeni sistemde Gazi Meclis’in siyasi ağırlığı sıfırlandı” cümlesini yok edecek duruş sergileyecekler…
Millet olmak, hür iradeyle kurulmuş kurumların oluşturduğu dev bir zincirde yaşamak demektir…
UNUTMAYIN!.. BİR ZİNCİR EN ZAYIF HALKASI KADAR GÜÇLÜDÜR…