Üç maç önce Romanya’yı sahasında yendiğimizde Dünya Kupasına katılma umudumuz komadan çıkmıştı. Estonya galibiyetiyle yoğun bakımdan da çıkardık onu. Hollanda’yı devirip taburcu ettirmeliydik.
Andora’yı, Estonya’yı ve hatta Romanya’yı yenmek büyük marifet miydi; marifet Hollanda’yı yenmekte miydi?
Evet, elbette Hollanda’yı yenmekteydi. Aslında marifet, 5 puan yitirdiğimiz Macar maçlarının ikisini de kazanmaktı. Eğer dün ilk golü yedikten sonra gösterdiğimiz istekliliği, özgüveni, beceriyi o maçlarda da gösterebilse idik her şeyimizi son maçta Avrupa’nın en formda milli takımını yenmeye bağlamazdık. Akla Avcı’yı ve o dönemi de bu dönemi de oynayan futbolcuları sorgulamak geliyor. Futbolcuyu da sorguluyorum, çünkü ulusal forma içinde işe kendini verebilmek için teknik adam katkısına gerek olmamalı.
Maça başlarken avantajlı olan her şeyi ile rakibimizdi. Terim, onların daha etkili hücum ettiğini ve öncelikle bunu önlemek zorunda olduğunu ama yanı sıra ille de hücum zenginliği yaratmamız gerektiğini, önceki maça göre G.Töre-Olcan değişikliği ile gösterdi. Töre’nin savunma yanı cılızdı, ama Olcan bu yıl savunma ağırlıklı oynamaktaydı.
Ne yazık ki iyi yanımızı daha devreye sokamadan kötü yanımızı sergiledik. Bir serbest atışı karşılamakta müthiş bir acemilik gösterip golü yedik! Böyle bir duruma düşmenin bile havamızı bozmaması güzelliğimizdi. Çabuklaşmamız gerekiyordu, çabuklaştık. Tempo gerekiyordu, ona zorladık kendimizi. Hücumda savunmada çoğalma gerekiyordu, onu da becerdik. Ama şu gerçek ki bizim çabukluğumuz, hızımız kendi iyimiz olsa da Hollanda’yı sindirecek boyutta değildi. Pozisyonu da bulsak gole ulaşamamak, ikinci yarı başında bizim Hollandalılar Kuyt-Sneijder organizasyonu ile bir gol daha yiyivermek, havamızı boşalttı. İkinci yarıyı umut kırılmasının etkisinde oynadık. Bu dönemde bile gösterdiğimiz performans, Olcay ile G.Töre’nin katılmasıyla artırdığımız hücum gücü ‘keşke’ dedirtti. Keşke şu Macar maçlarını böyle oynayabilseydik... Dilerim bir daha bu pişmanlıkları yaşamayız.