Bir cümle... Bir tıyneti, bir yaklaşımı, bir siyaseti ele vermesi açısından, fevkalade örnek bir cümle! En çok bir tıyneti...
Cümlenin sahibi Perihan Mağden.
Kendisi, Fethullahçıların “Nokta” dergisinde yazıyor.
Dün, internette dolaşırken, bir yazısına tesadüf ettim. Şirinlik gösterilerinden vakit buldukça yazdığı ender “anlaşılır” yazılarından biri...
Ergenekon’un “esasında” var olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Ben de Ergenekon’un esasında var olduğunu düşünüyorum.
Bu kadar darbe hazırlığı, bu kadar seminer planı, bu kadar tehdit, bu kadar kolpa (bu kolpalara, deneyimli Ankara gazetecisi değerli Murat Yetkin aracılık ederdi; hey gidi “Radikal” günleri), bu kadar Şener Eruygur, bu kadar Hurşit Tolon, bu kadar İlker Başbuğ, bu kadar “irtica çıktısı” elbette bize bir “hazırlığı” gösteriyordu ve elbette bir darbe girişimi cariydi...
Kaldı ki, bir “geçmiş”ten geliyorduk.
Darbelerle, muhtıralarla, tehditlerle, siyasete müdahale girişimleriyle örülü bir geçmiş...
Paralel yapının kumpaslarına bakarak, “Hayır, Ergenekon diye bir şey yoktur, AK Parti darbeyle tehdit edilmemiştir” demek önce kıymetle paşalara haksızlıktır.
İlker Başbuğ’u gördük...
Paralelin gadrine uğramıştır, hakkında “13 yaşında örgüte sızdı” şeklinde özensiz iddianameler hazırlanmıştır, “terör örgütü lideri” ilan edilmiştir, her türlü “paralel sulandırma” girişimine malzeme yapılmıştır ama biz biliyoruz ki İlker Paşa, AK Parti’yi alaşağı edecek bir darbe girişimine hiç de soğuk bakmıyordu. AK Parti’ye açılan kapatma davasında da gördük onu. Genelkurmay’ın ışıklarını karartıp, Paksüt soy isimli Anayasa Mahkemesi üyesiyle gizli görüşmeler yaptığına şahit olduk.
Cevval bir paşamızdı.
Sık sık basın toplantısı düzenlerdi mesela.
Sık sık hükümete ayar verirdi.
Basın toplantılarında gazeteci azarlarlardı.
İçinde “Habermas” geçen güya bilimsel konuşmalar yapardı ama militarist düşünceden asla taviz vermezdi.
Özden Örnek ve Mustafa Balbay’ı da gördük.
Bu şahıslara ait günlükleri de gördük.
Çetin Doğan’ı da gördük... Tutuklandığı halde, darbeyi özendiren ve haklı gösteren yazılar yazıyordu, “tepeleneceksiniz” şeklinde tehditler savuruyordu.
Perinçekleri, Kerinçekleri gördük.
Şener Paşa’yı gördük.
Ki, bir darbe için yanıp tutuşuyorlardı.
Elbette (“darbe örgütlenmesi” olarak) “Ergenekon” diye bir şey vardı ama “paralel örgüt” diye bir şey de vardı. Devleti içeriden dönüştürmeyi hedefleyen bu örgüt, “darbe tehlikesini” kullanarak, kendisine alan açtı. Ve elde ettiği meşruiyetle, her türlü melaneti işledi: Yasa dışı telefon dinlemek, sahte delil üretmek, yatak odalarına kamera sokmak, himmette bulunmayı reddeden işadamlarına çökmek, sınav sorularını çalmak, terör örgütlerine istihbarat katkısı sunmak gibi...
Bizi Ergenekon diye bir şeyin var olduğuna inandırmaya çalışan Perihan Mağden hemşiremiz, paralel örgütün sergilediği rezilliklere hiç bakmıyor.
Sonra da hüküm cümlesini patlatıyor: “Gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşmış bir yönetim, iktidarı kaptırmamak için Ergenekon’un kucağına oturmuş ve Kürtler’e topyekün savaş açmış olabilir...”
İşte Perihan Mağden’in (ve tabii ki liberal türdeşlerinin) tıynetini ele veren cümle...
Şu “Ergenekon’un kucağına oturmuş” ifadesini, Mağden’in hanımefendiliğine ve nezahetine verelim. Ama asıl konuşmamız gereken konu, “yalan” ve “yalancılık...” (AK Parti söz konusu olunca, meseleye “seksist” bakılabilir. Muhtemelen hoca efendilerinden ruhsat almışlardır.)
Bir insan, göz göre göre yalan söylüyorsa, terör örgütüne yönelik operasyonu, “Kürtlere karşı savaş” şeklinde sunuyorsa, o insandan her şey beklenir artık.
Her şeyi yapar bu tıynet.
Her melaneti sergiler.
Her tezviri kendine yakıştırır.
Gözünü kırpmadan her cinayeti işler.
Bu cümleden olarak, hanımefendiden de her şenaat sadır olabilir. Şaşırtmaz!