Başrollerinde Haluk Bilginer’in de yer aldığı bir Hollywood filmi Rosewater (Gülsuyu), Kanadalı gazeteci Maziar Bahari’nin İran’da hapsedilmesini anlatıyor. Alt metinde ise İslamiyet ve Batı medeniyetine dair artık sıkıcı bir hal alan mesajlara yer veriliyor.
İRAN, Batılı ülkelerin baş düşman ilan ettiği bir ülke. Ve yakın tarihine baktığımızda Batı’nın İran’a uyguladığı ambargo veya dışlamalar aslında kendi manevi değerlerine ihanet anlamını taşıyor. Çünkü güya onların değer yargılarının ilk maddesi, ‘milletlerin kendi kaderlerini çizme hakkı’. Ama Batı medeniyetleri bu kader sadece kendi çıkarlarına uyduğu zaman saygı gösteriyor. Bakın Libya, Cezayir, Yemen, Irak, İran ve tabii ki Türkiye sürekli Batı’nın zorlamalarıyla karşılaşmış Müslüman ülkeler. Özellikle söz konusu İran ise dış dünyanın bize verdiği mesajlara çok daha dikkat etmemiz gerekir. Bu hafta vizyona giren Rosewater filmi de, bu tip filmlerden biri ve gerçek bir hikayeyi anlatıyor.
2009 yılında Maziar Bahari, seçimleri gözlemlemek ve muhalif lider Mir-Hossein Mousavi ile röportaj yapmak için İran’a gider: Ülkede hem seçimler nedeniyle hem de toplumun bir kısmının istediği reformlarla ilgili sokak gösterileri sürmektedir. Bu gösteriler sırasında bir eylemcinin polis ateşiyle öldürülmesini Bahari kameraya çeker. Yurtdışında büyük haber olur. Bunun üzerine Bahari tutuklanır. 118 gün hapishanede tutulur ve sorguya çekilip baskı görür. Hamile eşinin durumu ve Bahari’nin yaşadıkları Batı basının o günlerde sürekli gündemini oluşturdu. Filmin ilk 20 dakikasında ‘Bahari gözaltına alınıncaya kadar neler yaptı?’, onu anlatıyor. Kalan 80 dakika ise tutuklu Bahari ile onun gülsuyu (rosewater) kokulu sorgucusu ile yaşadıklarını perdeye taşıyor.
Bahari baskılara dayanamayarak kendisinin Batı medyasının görevlendirdiği bir casus olduğunu kabul ediyor. Bununla da kalmıyor, artık İran adına casusluk yapacağına dair bir belge imzalıyor. En sonunda da 300 bin dolar kefaletle serbest bırakılıyor. Bahari’yi Gael Garcia Bernal, sorgucu polisi Danimarkalı oyuncu Kim Bodnia, Bahari’nin babasını ise Haluk Bilginer oynuyor. Kısacası önemli rollerde İranlı hiçbir oyuncu yok.
USTA OYUNCUNUN İLK YÖNETMENLİĞİ
Yönetmen ise ABD’li ünlü sunucu Jon Stewart. Film Stewart’ın ilk yönetmenlik denemesi. Aslında Stewart da siyasi bir isim Amerika’da. Kendisi demokrat, Yahudi ve Bush karşıtı olarak biliniyor. Yaptığı eleştirisel komedi programıyla seçimleri bile etkileyecek bir popülariteye sahip. Olayı Rosewater’a indirgersek her şeyden önce bir roman uyarlaması film. Rosewater (Gül Suyu), The New York Times’ın en çok satanlar arasında bulunan, Maziar Bahari’nin Then They Came for Me: A Family’s Story of Love, Captivity and Survival isimli kitabından beyazperdeye aktarılmış. Tabii yine de yönetmen Stewart’ın yorumudur film.
Öyküyü anlayabilmek için Bahari’nin özel hayatını da bilmeliyiz. Zaten yönetmen de bunun üzerine yoğunlaşmış. Mesela Bahari hapishanedeyken babasının hayaliyle konuşur, tartışır, hesaplaşır. Bahari’nin babasını oynayan Haluk Bilginer performans olarak çok başarılı ama komünist bir militan olarak inandırıcı değil filmde. Gerçek hayatta Bahari’nin babası Şah döneminde yıllarca hapishanede kalmış, Bahari’nin kız kardeşi de aynı kaderi paylaşmıştır. Bahari’nin özelinde hikayeye baktığımda babasını ve kardeşini idealist olmakla suçladığını görüyorum. Zaten babasıyla yaptığı hayali bir diyalogta şöyle diyor: “Burada işkence gördün baba ama birçok insan da Sovyetler’de aynı işkenceyi gördü. Bu gerçekliğe rağmen nasıl bu faturaları ödedin? Bize ödettin?” Tam da burada Bahari’nin hapisten çıkmak için her türlü belgeyi niye kolayca imzaladığını görüyoruz.
Kökünde hiç de siyasi bir isim değil Bahari. İran’da geçmişte yaşadıkları da babasının ve kardeşinin tercihlerinin faturası. Böyle bir hikayeyi eğer yönetmen olarak İran’ı karalamak ve başka değerleri yüceltmek için kullanırsanız altı boşaltılmış, gerçeklerden çok demogoji yapan bir ürün ortaya koyarsınız. Üstelik filmde psikolojik bir işkenceden bahsedebiliriz. 118 gün bir baskı ve sorgu var ortada. Ama bu tür hikayelerde gördüğümüz somut işkenceler yok. Daha birkaç yıl evvel Irak’ta Ebu Garip hapishanesinde Iraklı müslümanlara Amerikalı askerlerin yaptığı işkenceleri hatırlayın. Kendi donlarını başlarına geçirip kaba dayaktan geçen, manevi olarak her anlamda aşağılanan Müslümanları. Bunları kimler yaptı? Bahari’nin İran hapishanesinde yaşadıkları bunun yanında nedir. O zaman soruyorum: Ebu Garip’te yaşananlar Küba’daki Guantanamo’da tutukluların çektiği işkencelere bakarsak hangi medeniyet daha medeni?
Vizyondakiler
Sonsuz Bir Aşk
FİLMDE, hayatı doya doya yaşamaya çalışan kanser hastası Volkan ve Serhan’a yol arkadaşlığı yapıyoruz. Bu kez onlara Özlem Tekin de eşlik ediyor. Kendilerini acımasız zamanın gerisinde ve uçurumun kenarında bulan iki dost, yarının olmadığını biliyorlar ama “Her şeye rağmen yaşamak güzel” deyip bir kez daha düşüyorlar yollara...
Hayvan Düşü
MARIE, Danimarka’da küçük bir balıkçı kasabasında yatalak annesi ve onlara bakan babasıyla yaşamaktadır. Büyüdükçe kasabanın cinsiyetçi ahlakına daha fazla maruz kalır. Derken bu çekici kızın büyüme sancıları ürkütücü bir fiziksel şekil almaya başlar. Bu sahneler, en etkileyici kurt adam/ kadın dönüşümü olsa gerek.
Piramitin Laneti
ABD’Lİ bir grup arkeolog, çölde bir piramit keşfeder ancak bu onlara pahalıya patlar... Gömülü sırları açığa çıkardıkça sadece kilitli kalmadıklarını, aynı zamanda av olduklarını fark ederler. Araştırma için kararlı olduklarından Piramidin içine doğru yol alırlar. Bulacakları şeyler onları kırılma noktasında tehlikeli bir sınava tabi tutacaktır.
Aşkolsun
OZAN, kadınlara aşk doktorluğu yapmaktadır. Yeni müşterisi Ceyda, ayrıldığı sevgilisi Caner’e dönmek için Ozan’dan yardım ister. Fakat Caner bu arada eski aşkını unutmak için yeni bir ilişkiye başlamıştır. Ozan hiç hesaplamadığı bir anda Pınar ile karşılaşır ve aşık olur. Bu arada eski sevgililerin yeniden biraraya gelmesi için bir oyun planlar...
Son Savaş: Aşk
2020’de, geçen hikayede karısı Laura ile birlikte bir İngiliz ticaret gemisinin enkazını keşfetmek için dalan Jay Fennel’in öyküsü ele alınıyor. Bu tehlikeli dalış sırasında Laura tuzağa düşer, kocası Jay ise onu kurtarmaya çalışırken kazaya uğrayıp komaya girer. Başarılı bir deniz arkeologu olan Jay’in beyin ölümü gerçekleşmiştir.
Kaçış 1950
KAÇIŞ, Özen Film dağıtımıyla Taş Film tarafından vizyona çıkıyor. 1950-1970 yılları arasında Bulgaristan’da gördükleri baskıdan Türkiye’ye kaçmaya çalışan üç Türk gencinin başından geçenleri anlatılıyor. Yapımcılığını ve genel yönetmenliğini İhsan Taş’ın üstlendiği filmin kadrosunda oyuncuların performansları göz dolduruyor.
Daire
EŞLERİNİ aldatmak için kendilerine has bir çatı katı dizayn eden beş arkadaşın, son derece mahrem sığınaklarında bir kadının ceseti bulmalarıyla başından geçenleri anlatan bir film. Olay aydınlatılmaya çalışılırken, süreç içerisinde beş arkadaşın hem etraflarından hem de eşlerinden sakladıkları en büyük sırlar da birer birer açığa çıkıyor.