Önce seçim atmosferinde daha bir artan zehirli iç siyaset fitne ve entrikalarına değinelim: Dışardan gelen 'savaş tehlikesi', bizim toplumumuzun, -bir takım fireler verilse bile- genelde, birbirleriyle daha bir kenetlenmesine vesile olur.
Seçim dönemleriyse, hele de sosyal kesimler arasındaki dünyaya bakış açılarının birbirinden kopuk olduğu toplumlarda ve de bizde, bir 'iç-savaş' havasına en yakın dönemlerdir.
Buna bir de, hedefledikleri noktalara varmak için, hiç bir ahlâkî sınır tanımayan ve her yol ve vasıtayı mübah görenlerin bulunduğu de devreye girdiği bir toplumda, seçim dönemleri, evet, bir iç-savaş'ın bir 'tık' berisi mesâbesindendir. Çünkü, seçimler, sosyal kesimler arasındaki mesâfenin hattâ uçurum manzarası sergilediği toplumlarda, aynı zamanda 'kanın tepeye fırlama vakti'dir de..
Bu durumu, 'sosyal medya' denilen bataklıkta verilen mesajlardan da anlayabiliriz.
Hele 'sokak röportajları' adı altında yayınlanan mesajlar, en galiz hakaret sözleri, beddualar, tehditler, içinde bulundukları bayağılığı gösteriyor..
Bu sözler görüş açıklama mıdır, Allah aşkına.. Eğer, bu nefret kusan konuşmalar, millet bağlarını koparmaya yönelik en frensiz sözler 'görüş açıklamak' ise; o zaman, İsveç ve Danimarka'daki Kur'ân yakma alçaklıklarına, o ülkelerin hükûmetlerinin 'ifade hürriyeti' deyişlerini de anlayışla karşılamak gerekir.
Açıktır ki, herkes sorumluluğunu yükleneceği, bedelini ödemeyi baştan göze alacağı sözleri söylemelidir. Sokaktaki bir takım sorumsuz veya kiralık unsurların yaptıkları röportajlar, toplumda gerilimi daha da artırıyor; ve bu ölçüsüzlüğü, hemen bütün taraflar adına sergileyen kişi ve odaklar var.
Bu noktada, üzerinde durulması gereken nokta da, kendisini 'özgürlük kalesi' olarak niteleyen Amerikan emperyalizminin, Çin'in sessiz sadâsız ve ilginç yöntemlerle dünya ülkelerinin medyalarına 'TİK-TOK' adıyla sızmasına karşı tedbirini alması ve o yayın kanalını Amerika'da yasaklaması..
Peki, bizde, hangi emperial odakların gizli veya açık desteğiyle yayınlandıkları aşağı-yukarı bilinen 'sosyal medya mecraları'nı kontrol eden bir resmî makam var mı?
BiAyrıca, '6-7'li Masa'nın 'kurucu'su sayılan Kılıçdaroğlu'nun sadece HDP'ye verdiği sözler bile, sosyal bünyeyi derinden sarsacak gelişmelere dair bir 'kırmızı' alârm mahiyetindedir. PKK'nın, TC bünyesindeki şeklî kanunî uzantısı olduğu gayet açık olan ve herhalde, -kontrolsüz gelişmelerle karşılaşmaktansa iç siyaset sahnesinde-, bir 'emniyet sübapı' olarak yer almasına göz yumulan HDP'nin önde gelen isimlerinden, eski Muş M.Vekili Sırrı Sakık'ın, 'Kılıçdaroğlu, bize kapalı kapılar ardında söylediklerini kamuoyu önünde de açıklamalıdır..' demesi düşündürücüdür.
İP Reisesi olan hanımın ise Meclis kürsüsünden mermi göstermesi ve Tayyib Bey'e hitaben, 'Beni korkutamazsın!' diye dikleşmesi, -Tayyib Bey'in öyle bir korkutma yöntemine başvurmayacağının açık olması bir yana-, bu hanım, 'Bizi noter tasdikçisi durumuna düşürmek isteyenlerin kumar masasında bizim yerimiz olamazdı' diye '6-7'li Masa'dan ayrıldığını açıklaması ve amma, 3 gün sonra da, tükürdüklerini yalayıp, aynı kumar masasına dönmesi, kimlerden korktuğunu izah etmedikçe, bir muammâ olarak kalacaktır.
*
Bu noktada, bir de Amerikan'ın en üst dereceli bir komutanının geçen hafta Suriye'ye gelip, Amerikan kontrolünde olan Fırat'ın doğusundaki Doğu Suriye'de PKK/ PYD elebaşlarıyla görüşmesi, ayrıca, en gelişmiş Amerikan helikopterlerinin PKK'ya verildiği ve bu yolda onların eğitimden geçirildiği, bu helikopterlerden birinin düşmesi ve 9 PKK mensubunun ölmesiyle ortaya çıktığı üzerinde de durulmalıdır. Bölgede İran, Irak, Türkiye ve Suriye'yi direkt; Sionist İsrail rejimini ve onun koruyucusu olan bütün emperial odakları dolaylı olarak ilgilendiren bir büyük buhrana dönüşebilir.
Bu arada, PKK'nın, Kuzey Irak'daki mahallî Barzanî Hükûmeti'nin bulunduğu Erbil merkezli coğrafyayı değil, Talebânî güçlerinin bulunduğu Süleymaniye'yi kendisine yeni savunma üssü olarak tercih etmesi üzerine; Türkiye'nin, Süleymaniye'ye gidecek uçakların kendi hava sahasından geçmesine izin vermeyeceğini açıklaması da, yeni gerilim odaklarının olduğunu ve Türkiye seçimlerinin önemini daha bir artırıyor.
*
Bir diğer konu..
ASIL SUÇLU, 'YAHUDİ DEVLETİ İSRAİL' Mİ?
Sionist İsrail rejiminin Filistin'in mazlûm halkına uyguladığı haydutluk yüzünden kalblerimiz yine dilhûn.. Sionist İsrail rejimi güçleri, Mescid-i Aqsâ'ya giriyor, Müslümanların kendilerini daha bir güçlü hissettikleri Ramazan günlerinde daha bir ezmek, sindirmek ve direnme güçlerini kırmak istiyorlar.
Sionist Yahudi devletinin katliâm ve zulümlerine karşı protestolarımız elbette devam etmelidir; ama, sadece bu protestolarla netice alınabilir mi ve onu ne kadar düşünüyoruz?
*
14 Mayıs 1948'de bir devlet olarak varlığını dünyaya ilân edişi, aslında, Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda yenilmesinin sonucuydu. İsrail'in varlığını, dünyaya radyo aracılığıyla ilân eden isim de eski bir Osmanlı Vatandaşı ve İstanbullu bir Yahudi olan David Ben Gurion idi.
Şimdilerde, 75. yılına girmiş bulunuyor Sionist İsrail rejimi..
Bu rejimin Sionistliğini bilhassa vurguluyoruz. Çünkü, 2 bin yıl öncelerde Bâbil İmparatoru Nebukednazar / Buhtunnasr eliyle Kudüs ve Filistin'den kovulan Yahudiler'in Kudüs'de, yaşadığı tepenin adıydı, Sion.. Ve, küçücük bir mıntıka olsa da, Sion, Yahudiler için, muhayyel Yahudi Devleti'nin çekirdeği idi. Yahudiler dünyanın muhtelif coğrafyalarına dağılsalar da, bir gün Sion'a yeniden dönecekleri hayal ve ümidlerini terketmediler.
Nitekim, Tevrat'la bir arada bulunan Zebur'da, 137. Mezmur'da şu ağıt vardır:
'Bâbil ırmakları kenarında,
Orada oturduk,
Ve Sion'u andıkça ağladık.(...)
Eğer seni unutursam ey Yeruşalim (Kudüs),
Sağ elim hünerini unutsun..
Eğer seni anmazsam,
Eğer Yeruşalim'i, seni baş sevincimden üstün tutmazsam,
Dilim damağıma yapışsın..'
*
Evet, binlerce yıldır anlattıkları ve ağladıkları bu sahneleri sanki dün yaşamış gibi devamlı, bir ibadet teslimiyeti içinde okuyan ve ağlayan Yahudiler Sion'a ne zaman döneceklerini bilmiyorlardı.
1897'de Theodore Herzl isimli bir alman Yahudisi, ilk olarak İsviçre'nin Basel şehrinde, bir Yahudi Devleti /'Der Judenstaat' oluşturma fikrini işleyen bir ilk 'Sionizm kongresi'ni gerçekleştirdiğinde, Sion artık, Yahudiler için bir devlet oluşturma idealinin ve ideolojisinin ismi olarak, 'Sionizm' şeklinde anılmaya başlandı.
Ama, Yahudilerin çoğu bu ideale, bir ütopya olarak bakıyorlardı. O kadar ki, Herzl'in yazıp 'Der Judenstaat' adıyla bastırdığı kitabı, ilgi uyandırmamış ve ancak 200 kadarı, satın alınmıştı. Halbuki, Yahudiler, 'arz-ı mev'ûd' (vaad edilmiş arz) dedikleri ve inandıkları -herhangi bir- Sion'a döneceklerine dair ağıtları bir ibadet rüknü olarak asırlardır okuyorlardı. Herzl'in muhayyel 'Sion'u, önceleri Orta Afrika ve Güney Amerika'da ve hattâ Yahudiler için kutsal bilinen mekânlara yakın olması yüzünden Kıbrıs adası bile olabilirdi..
Lâkin, dünyadaki gelişmeler o kadar süratli şekillenmişti ki, Osmanlı Devleti, 1918'de kesin olarak yenilince, Sionizmin iştihası kabarmış ve Basel'deki ilk Sionist Kongresi'nden 50 sene sonra İsrail Devleti varlığını ilân ediyordu.
*
Filistin ve Kudüs'ün, Müslümanlarca Hz. Ömer zamanında fethedildiği biliniyor. Daha sonraki asırlarda, Müslümanlarla Haçlılar arasında zaman zaman el değiştiren Filistin ve Kudüs, büyük İslâm kahramanı Salâhaddin Eyyubî tarafından miladî -1187'de Haçlılar yenilgiye uğratılarak tekrar Müslümanların hâkimiyetine tevdi olunmuştu.
*
Dünya Yahudilerinin 2 bin yıllık devletsizliklerine rağmen, kimliklerini unutmamaları üzerine ve genelde tek bir irade altında toplanmaları, ilginç bir korunma şekli olsa gerek.. Müslümanlar da, 'İslâm Birliği idealini gerçekleştirip yekvücûd oldukları zaman, bugün mâruz kaldıkları bütün bu zulümlere karşı ortak bir savunma mekanizması da ortaya çıkacaktır, muhakkak ki..
*
Unutmayalım, Yahudilerin Kudüs'e dönme mücadeleleri 2 bin yıl sürmüştü... Şimdi ise, 100 yıldır bütün emperial güçler eliyle, Siyonist Yahudiler, savunmasız kalan Müslüman halkların ve coğrafyalarının kalbine bir hançer gibi saplandılar.
Yahudiler de, onlar da, 2 bin yıl devletsizliğin korkaklığı, ezilmişliği ve askerî eğitimsizliğinin izlerini yok etmek için, Müslümanlar üzerinde kahramanlık idmanları yapıyorlar. Onlardan anlayış ve insaf bekleyecek değiliz, onlar fıtrat ve tıynetlerinin gereğini yapıyorlar; ama, biz Müslümanlar dünya çapında birliğimizi sağlamadıkça, bu emperial oyunu nasıl bozabiliriz?
Unutmayalım, 100 yıl öncelerde, Müslümanların Birliği'nin yok edilmesi imkânsız sanılıyordu; ama, o olumsuzluk gerçekleşti..
Şimdi de, tersi niye gerçekleşmesin? Asıl düşünülmesi gereken nokta, bu olmalı..