Yine böyle bir cuma günüydü; 12 Eylül 1980... Güneşli güzel bir eylül günü ama sıradan değildi; insanların ve bu ülkenin kaderi değişti tam 34 yıl önce... Hâlâ 12 Eylül’ün Anayasası’ndan kurtulamadık; hâlâ 12 Eylül’ün derin izlerini, kötülüklerini bu ülke ve hepimiz yaşıyoruz. 12 Eylül’ü tam 34 yıldır günbegün yaşamış bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, bu ülkede hiçbir şeyin kolay olmayacağını biliyorum. Ne 12 Eylül’ün üzerine çıkarak bu ülkeye bir kara bulut gibi çöken ideolojiden kolay kurtulacağız ne de onun hukukundan, ekonomisinden... Nasıl ki, 12 Eylül Anayasası ve onun kurumları, özellikle son on yıldır, önemli değişikliklere uğradıysa, onun ekonomisi de, aynı şekilde, değişikliğe uğradı. Ama özü, tıpkı Anayasa gibi duruyor.
12 Eylül, ekonomide, 1947’den beri süregelen IMF reçetelerine bağlı yağma düzenini katmerleştirerek devam ettirmiştir. Bu yağma düzeni, ‘liberalizm’ adı altında, bu ülkenin insanlarını, kaynaklarını, dağını, taşını, toprağını, denizini içeride bir avuç haramiye, dışarıda da küresel yağmacılara teslim etmiştir.
Bu yağmacılar, 15. yüzyılın başında İspanya kıyılarından yola çıkarak, dünyanın güneyini ve doğusunu tam 600 yıldır kan gölüne çevirerek şimdiye değin egemenliklerini sürdürenlerdir.
1699-1980 ve...
Bu yağmayla, Amerika kıtası, özellikle Güney Amerika 15. yüzyıldan itibaren Hindistan ve Asya’nın geri kalanı, Afrika daha geç ama daha şiddetli olarak tanıştı. Biz ise bu yağmacılarla 19. yüzyılda tanıştık. Osmanlı, 19. yüzyılda Avrupa Finans Kapitali’nin kıskacına girdi. Ama 1838 Baltalimanı anlaşmasına varan süreç, 1699’da Osmanlı’nın yağmacı Venedik sermayesinin oluşturduğu ittifaka yenilip ilk büyük toprağını kaybettiği Karlofça Anlaşması ile başlar.
Ancak 19. yüzyılda Osmanlı’nın karşısına çıkanlar, Rothschildler, Mallesler, Bieste ve Andre gibi bankerler, aileler ve Societe Generale gibi bankalar, Karlofça sürecinde Osmanlı’ya karşı kurulan ittifakın en önemli bileşeni olan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu -Habsburg Hanedanı- ve Fransa İmparatorluğu -Bourbon Hanedanı- doğumludur. Bu tarihsel bir sermaye bloğudur ve kendisini Sanayi Devrimi’nden itibaren -18. yüzyıl- İngiltere’de ve ağırlıklı olarak da, 20. yüzyıl başı itibariyle de, Amerika’da göstermeye başlamıştır.
Sonra biliyorsuz; bizim haramiler, bunların torunlarını, Fordlar’ı falan, ABD’de buldu. Daha doğrusu, İngilizler’in Türkiye devletini yönlerdirmesiyle yetiştirilen, palazlanan bu ‘iç haramileri,’ 1699’da Osmanı’dan ilk büyük toprağı alan Venedik tüccar sermayesi, Habsburg Hanedanı ve Bourbon Hanedanı’nın torunları, Ankara’dan ayağına çağırdı ve birlikte bizi 12 Eylüllere götüren yağmacı ekonomiyi inşa ettiler.
Kaynaklar kıt değildir; insanlar için sonsuzdur...
Tabii ki bu ekonominin sermayesi, tüccarları, bürokratları, siyasetçileri vardı ama herşeyden önemlisi bu ekonominin bir öğretisi ve ideolojisi de vardı.
Bu ideoloji, insanlığın ihtiyaçlarının sonsuz ama kaynakların kıt olduğu cümlesi ile başladı ve kıt olan herşeyi nüfusun yüzde 99’unun paylaşması gerektiğini anlattı durdu tam 1770’lerden beri ve buna iktisat dendi. İşte 1699’da Osmanlı’dan ilk toprağı koparan Habsburglar’ın, Venedik tüccarlarının, İspanyol yağmacılarının, Bourbon aristokrasinin ‘liberal’ öğretisi olarak doğdu bu iktisat... Ama bu toprakların çocuklarının inandığı dinin kitabında, yani Kur’an’da Sad Suresi 54. ayet şunu söylüyordu: “ Şüphe yok ki bu, elbette bizim rızkımızdır, hem de öylesine ki bitip tükenmesi yok.”(Abdulbaki Gölpınarlı -burada şunu da söyleyelim ki- daha önceki ayetlere bağlı olarak sonsuz rızkın cennet için olduğunu söyleyen yorumcular vardır ama bu, bize göre, esasa ilişkin bir ayrıntı değildir, rızk, -Allah tarafından-herkes içindir.)
Bütün bu yalanları ‘bilim’ diye kim öğretti size
O zaman şu soruyu soralım tam 12 Eylül’ün 34. yıldönümünde; kim öğretti size bütün bunları... Yani faiz artırarak enflasyonun önleneceğini, faizsiz ve rantsız bir ekonominin olamayacağını kim anlattı. Bu dünyada kaynaklar kıt, ayağınızı yorganınıza göre uzatın, aldığınızla yetinin hatta harcamayın tasarruf yapın, harcarsanız enflasyon olur, aldığınız üç kuruşu da bankaya yatırın, onu da bu haramiler alıp tepe tepe kullansın diye her gün kimler çıkıp anlatıyor; hem de ‘bilim’ diye anlatıyor.
Artık gerçekleri konuşma zamanı... Erdem Başçı, dün bir Anadolu kentinde -çok hoş böyle olması- Kastamonu’da şunu söyledi: “Türkiye’de ve yurt dışında önemli gelişmeler var. İçinde bulunduğumuz dönem değişim dönemi. Bütün dünyada çok ciddi, tarihte dikkate değer bir şekilde tarihçiler tarafından incelenecek önemli değişiklikler oluyor. Bu değişiklikler içinde Türkiye ekonomisi nispeten iyi durumda.” Dünyada ve Türkiye’de önemli, tarihsel değişikliklerin olduğunun keşfedilmiş olması TCMB gibi çok önemli bir kurumumuz tarafından bence çok kayda değer bir gelişme...
Ama ‘gelişme’ değil...
Ama bu, yalnız ‘gelişme’ değil; olan biten, yukarıda anlattığımız Habsburglar’ın, Rothschildler’in, Fordlar’ın falan düzeninin bitmeye başlaması... Peki bu düzen biterken, bu düzenin iktisat teorisi, daha doğrusu, kaynakların bütün insanlık için kıt olduğu cümlesi ile başlayan, ideolojisi hâlâ geçerli olur mu; olmaz değil mi... Ama eğer siz bunu hâlâ 12 Eylül Anayasası gibi, zorla oldurur yaparsanız, bir yere kadar gidersiniz ancak...
Şunu söylüyorum tam olarak, geçen gün gelen büyüme verisi, çok önemli bir uyarıdır, Türkiye, TCMB Başkanı’nın dediği gibi, tarihi bir değişimin üzerindedir ve avantajlı konumdadır. Bu avantaj, 1699’lardan, 12 Eylüllerden gelen ideoloji ile kullanılamaz. Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, faizlerin yüksekliğini öne sürerek, defalarca dile getirdiği ve eleştirdiği gibi, mevcut para ve maliye politikalarından başlayarak, iktisadi yolunu tümüyle değiştirmesi gerekir.
Bu yol değişikliği, aynı zamanda, ideoloji değişikliğidir. Bu toprakların aslına dönmesidir. Bu yolun nasıl olacağını bu sayfalarda defalarca yazdık ama devam edeceğiz.