Adnan Menderes 1959’da düşen uçaktan sağ kurtulmuştu. Düşen uçaktan kurtulup, siyasi komplodan kurtulamamak, hazindir.
Tarihi olayları titizlikle izleyen İngiltere gazetelerinin ‘Tarihte Bugün’ sütunları olmasa, unutmuştuk. Onlar unutmamış. 17 Şubat 1959... Başbakan Adnan Menderes ve heyetini, Kıbrıs görüşmeleri için Londra’ya götüren uçağın düşüşü.
21 yolcu ve mürettebatıyla sis altında inişe geçen özel uçak, alana 5 km kala, 600-700 metre irtifadayken radar ekranından kaybolmuştu. Uçağın alçalırken yüksek tepelerdeki ağaçlara takıldığı söylenir.
Uçağın arka tarafında oturan Başbakan Menderes, mucize eseri kurtuldu. 14 kişinin can verdiği olayda Başbakanın kurtulması, o zaman İngiltere kamuoyunda da mucize sayılmıştı.
Uçak kazasından sonraki bir yıl, Menderes’in siyasi hayatının son yılıydı. Ne var ki, bunu o zaman kimse bilmiyordu.
O zaman uçak enkazından çıkan Menderes ve birkaç kişiyi evine götüren ve ambulans gelene dek ilk yardım veren İngiliz çiftçi ailesi, zor şartlardaki desteklerini unutmayan bu kibar beyefendiyi hep uzaktan takdir etmişlerdi. Korkunç kazadan iki yıl sonra idam edilmesinden ise şoke olmuşlardı. Düşen uçaktan kurtulup, Türkiye’de siyasi komploya kurban gitmek, bir İngiliz çiftçi ailesinin anlayabildiği ya da kabullenebildiği bir durum değildi.
17 Şubat 1959... Başbakan Menderes ve heyetini, Kıbrıs görüşmeleri için Londra’ya götüren uçağın düşüşü
1960’a giden yol
1957 seçim sonucu Demokrat Parti ile CHP arasındaki gerilimi tırmandırmış ve 1958’e iç ve dış gerilimlerle girilmişti.
Ekonomi zorlanıyordu. 1958 Ağustos’unda büyük devalüasyon yapıldı. Türk Lirası yüzde 68 değer kaybetti. Ücretlilerin, devlet memurları ve askerlerin alım gücü ağır darbe yedi. Ekonomi yavaşladı.
1958-60 arası ekonomik gelişmelere bakınca, ekonomide zorlanan ve ABD’den arzulanan krediyi alamayan hükümetin Rusya’dan kredi ve yatırım almaya çalıştığı görülür. Batıdan dış kredinin ön şartı, devalüasyondu.
Soğuk Savaş dünyasında Rusya’dan kredi arayışının ise faturası vardı. Halbuki Menderes hükümetinin Rusya ile temas çabası, saf değiştirmekle değil, tarih ve komşuluktan başlayıp pragmatizme uzanan çok sayıda gerekçeyle açıklanabilir. Ancak dönem, siyah-beyaz kutuplaşma dönemiydi ve dominolardan hiçbirinin değil düşmek, rüzgarda sallanmasına bile tahammül yoktu.
Aslında Türkiye, düşecek bir domino değildi. NATO ve ABD ile ittifakı gayet ciddiye alıyordu. Avrupa Birliği’ne, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na Türkiye’nin üyelik başvurusunu, 31 Temmuz 1959’da Menderes Hükümeti yaptı. Menderes sadece çıkış yolu arıyordu ve gaddar dünya sisteminde fazla iyimser bir siyasetçiydi.
Dünya Bankasından kredi için altyapı projesi gerekiyordu, Menderes hükümeti, İstanbul Boğazı üzerine bir köprü projesi bile hazırlamıştı. İngiliz mühendislik şirketiyle danışmanlık anlaşması 25 Mayıs 1960’ta imzalandı. İki gün sonra gelecek darbecilerin köprü ve yatırımla işi olmayacaktı.
Ve Menderes’in 1 Temmuz 1960 Moskova’yı ziyareti asla gerçekleşemedi.
Soğuk Savaş’ın darbeleri
27 Mayısçıların darbe fikrini geliştirdikleri ilk tarihin 1957-58’e uzandığı ve bireysel ekonomik şartlardan kaynaklandığı düşünülür. 1952’de Mısır’da genç subaylar krallığı devirerek, Ortadoğu’da askeri darbe furyasını başlatmışlardı. Necib ve Nasır, Rusya’ya yakın duran Arap milliyetçisiydiler.
1952’de ünlü General Batista, Küba’da darbeyle iktidara geldi.
1953’te İran’da CIA ve MI6, Başbakan Musaddık’ı devirdi. 1954’te CIA, Guatemala ve Paraguay’da darbe yaptı.
1958’de Pakistan’da general Eyüp Han’ın müdahalesi yaşandı. Irak’ta da Baas subayları darbeyle krallığı devirdi.
Aynı yıl Fransa’da bile darbe vardı: Cezayir’de yönetime el koyan General Massu, De Gaulle Fransa Cumhurbaşkanı olmazsa, Paris’i işgal edeceğini duyurdu. Bir ay sonra General De Gaulle Başbakan oldu, 6 ay sonra da Cumhurbaşkanı.
1958 Irak Darbesi, Türkiye, İran, Irak, Pakistan arasındaki İngiltere gözetimli Bağdat Paktını yıktı. Yerine ABD’nin öne çıktığı ve Türkiye, İran, Pakistan’ın Sovyetler Birliği’ni güneyden çevreledikleri CENTO kuruldu. Bölgede İngiltere vesayeti, ABD’ye devredildi.
1959’da Fidel Castro ve gerillaları Küba’da darbe yaparak, Miami açıklarında kızıl bayrak sallamaya başladılar. Moskova, ABD’nin fazla yakınına gelmişti.
1960 Mayısında Türkiye’de adım adım tırmanma zaten yürürlükteydi, dünyada da ABD-Rusya hakimiyet kavgasındaydı. 1 Mayıs 1960’da ABD’nin U2 casus uçağı Rusya üzerinde düşürüldü ve pilotu yakalandı. ABD açısından, Rusya’nın kıyısını tutan, önemli NATO görevleri taşıyan, ancak siyasi kargaşa yaşayan Türkiye’nin derhal derlenip toparlanması gerekiyordu. Rusya’ya yakın duracak bir Türkiye’ye zaten tahammül yoktu. Domino Teorisi tüm gücüyle yürürlükteydi. Taşlardan biri düşerse, sırayla hepsi düşerdi. Dominonun düşmemesi ya da düşmüş dominonun geri alınması için de darbeler gerekliydi. 27 Mayıs darbesinin bildirisinde NATO ve CENTO’ya bağlılık beyan edildi. Sadakat konusunda kafa karışıklığına gerek yoktu.
Ancak dünyadaki bütün çalkantıya rağmen, Türkiye’de askeri darbe olması gerekmiyordu. Ve ilginçtir: Mayıs 1960’da Türkiye’yi darbe ortamına getiren sokak hareketlerinin ilhamı, Güney Kore’den gelmişti. Nisan 1960’da Güney Kore’nin lideri Singman Ri, öğrenci ve işçilerin sokak eylemleri sonucu istifaya zorlanmıştı. Türkiye’deki gösterilerde de ‘Önce Kore... Sonra Türkiye’ havası yayılıyor, Türk halkının Kore halkından daha onursuz olmadığı vurgulanıyordu.
1953 Kore Savaşına katılan Türkiye’de Kore’ye bir aşinalık vardı da, haberin zor yayıldığı o dünyada Türkiye’nin Kore dinamiklerini bilip, Kore gündemini bu kadar yakından izlemesi, olağan değildi. Küreselleşmeden uzak 1960 dünyasında, Kore toplumsal kargaşa yöntemlerinin Türkiye’ye ilham vermesi gibi çok garip bir durum yaşanıyordu. Üstelik o zaman da Güney Kore bir ABD üssüydü, sokakta ve devlette olan ABD’den sorulurdu. Acaba bu ayrıntı Türkiye’de biliniyor muydu?
Alternatif bir senaryo
27 Mayıs, Türkiye’de utanç verici bir ’darbe geleneği’ başlatması açısından dönüm noktasıdır. ‘Önlense idi, diğer müdahalelere de kapı kapanır mıydı?’ diye düşünmemek elde değil.
Tarihi şartları yok sayıp, geçmişe bakarak ‘şöyle olsa idi’ varsayımıyla alternatif senaryolar üretmek, her zaman gerçekçi değildir. Ama mesela 27 Mayıs’ın önünü kapatmak için 1960’da erken seçim yapılmasının faydası olur muydu? Mesela bu seçimi Demokrat Parti kaybetse, CHP iktidara geçse, darbe yolu kapanır mıydı?
1965’te Adalet Partisi ve Süleyman Demirel’in çıkışına bakıldığında, seçmenin Demokrat Parti çizgisini kolay kolay bırakmayacağı ve 1960 seçimini kaybetse bile, Demokrat Parti’nin en kısa zamanda yeniden iktidara geçeceği düşünülebilir.
Hele 1965’te AP’nin, dış dünya şartlarının da etkisiyle yakaladığı ekonomik büyüme rüzgarı hatırlanırsa, Demokrat Parti’nin, AP’ye benzer bir iktidar sürecini 1970’lere kadar getireceği varsayılabilir.
1970’lere ulaşacak bir Demokrat Parti’nin, kazandığı kurumsal demokratik kimlikle, yeni kuşak siyasetçilerin katılımıyla ve dış dengeleri gözeterek sonraki vesayet müdahalelerine de karşı koyması, Türkiye’yi farklı yerlere getirirdi.
Öte yanda, ‘Burası Türkiye...’ mantığıyla, vesayetçi sistemin doğrudan ya da dolaylı müdahaleden vazgeçmeyeceğini hatırlamak gerekiyor. Yine de 1946’dan başlayarak, her serbest seçim, Türkiye’nin vesayetten adım adım uzaklaşması anlamına gelebilirdi.
Kapatırken: 15 Temmuz ihanet gecesinin en karanlık dakikalarında vazife istemek için bir ağabeyimizi aradım. Arkada çalan diğer telefonlardan, direnişi yönettiği duyuluyordu... Bana ‘Başaramayacaklar... 27 Mayıs’ta Menderes’i koruyamadık ama şimdi Tayyip Erdoğan’ı koruyacağız’ dedi. Tarihi perspektif ve analiz müthişti, ağabeyin kararlılığı moral vericiydi…
Vazife? ‘Telefonumu bekle...’ dedi.