Helsinki yurttaşlarını arıyor gözlerim... PKK’nın cinayetleri karşısında kılı kıpırdamayan ama devletin terörle mücadelesini itibarsızlaştırmak için ellerinden gelen her melaneti sergileyen leş aydınları, leş akademisyenleri, leş FETÖ’cüleri, leş siyasetçileri...
PKK’nın katlettiği Necmettin öğretmen için uyduruktan da olsa bir kınama cümlesi kurmayacak mısınız?
Siz Kemal Bey?
Silah bırakma meselesi gündeme geldiğinde PKK düşmanı kesilen, silah bırakma meselesi rafa kaldırıldığında “hendekteki arkadaşlar” edebiyatına sardıran ve bir de gözümüzün içine baka baka, “PKK niye silah bıraksın ki? Onlar IŞİD’e karşı savaşıyor” diye özendirici cümleler kuran Kemal Bey...
Milletvekiliniz Gürsel Erol kadar olamayacak mısınız?
Nereden gelirse gelsin; ister PKK’dan, ister DEAŞ’tan, isterse DHKP-C’den; terörün bir “insanlık suçu” olduğunu haykırmayacak mısınız?
Hele o kadın dernekleri...
Pembe giysili arkadaşlar...
Mor kuruluşlar...
Bildiri dağıtmayacak mısınız?
Bir “yürüyüş” eylemeyecek misiniz?
Hendek ve barikat övücüleri... Kırmızı fularlı kız romantikleri... Murat Belge ve hempaları... Hasan Cemal abimiz... Oya Baydar ve hinterlandı... “Demokrasi dışı yollara” aşermiş Ömer Laçiner müdürümüz... Dedikoduyu ve iftirayı siyaset sanatına dönüştürmüş Mehmet Bekaroğlu dostumuz... Doğan Akın biraderimiz ve T24 hayranları... Komik-i Sırrı... Genç olsaydı gidip Kobani’de savaşacak Murathan Mungan kardeşimiz...
Gencecik bir öğretmen öldürüldü.
Bir şey söylemeyecek misiniz?
Söylemeyecekler...
Çünkü devrime giden yolda her türlü “şiddet” meşrudur. Çünkü devrimci şiddetin tarihsel meşruiyeti vardır... Dolayısıyla, PKK’nın işlediği cinayetler, cinayet değil, “devrimin şanlı yolunda atılmış adımlar”dır.
Hayır, aslında “barış” istiyorlarmış.
İki taraf da silah bırakmalıymış... “Kürtlerle Türklerin savaşı” durdurulmalıymış... Bir an önce çözüm masasına dönülmeliymiş...
Ortada “savaşan iki taraf” ve “Kürtlerle Türklerin savaşı” ifadesini haklı çıkaracak bir “asayişsizlik” görmüyorum ama ben de barış istiyorum.
Barışı, bugüne kadar yapılmış bütün “demokratik düzenlemelere” ve “iyileştirmelere” destek vermiş bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak istiyorum... Bedel ödemiş bir gazeteci olarak istiyorum... “Terör”ün gerekçesi olarak gösterilen hak ihlallerini sonuna kadar eleştirmiş ve Ağır Ceza’da yargılanmış bir gazeteci olarak istiyorum... “Dil yasağı, harf yasağı, Kürtçe yöre isimleri yasağı” gibi saçmalıkların sona ermesini sevinçle karşılamış bir gazeteci olarak istiyorum.
Barış olsun.
Sorunlar çözülsün.
Eksikliklerimiz nelerse, giderilsin.
Dağdakilerle ilgili bir “rehabilitasyon çalışması” başlatılsın.
Bunlar olsun.
Siz de bunların olmasını istiyorsanız şu dört şeyi yapacaksınız:
BİR- Terörü meşrulaştırmayacaksınız.
İKİ- “Devrimci şiddet” saçmalıklarını bırakıp, “şiddeti” sonuç alıcı “siyasal bir enstrüman” olarak görme alışkanlığınızdan vazgeçeceksiniz.
ÜÇ- PKK’nın silah bırakması için kamuoyu baskısı oluşturacaksınız. En azından PKK’yı ahlaken yargılayacaksınız.
DÖRT- PKK’ya silah bıraktırmak yetmez. Hasan Cemal’e de silah bıraktıracaksınız.
HAMİŞ
Devlet terör örgütüne silahla mukabelede bulunduğunda “artık silah miadını doldurmuştur” yazan bu beyefendi, PKK silah bırakmaya yeltendiğinde dağ bayır dolaşıp, “Silah bırakmak ağırınıza gitmiyor mu? Ne karşılığında silah bırakacaksınız ki?” diye terörist ayartmaya kalkışmıştı.
Siz önce Hasan Cemal ve “akil adamlıktan” firar eden Helsinki yurttaşlarına silah bıraktırın. PKK’yı ikna etmek kolay!