Bu yazıyı okuyanların aklına hemen şu soru gelebilir: “Peki, 2004-2011 seneleri arası, 2009 küresel krizi hariç, aynı anayasa ile büyümedik mi?”
Evet, aynı anayasa ile büyüdük ama o senelerde AB perspektifi, AB reformları çok canlı idi ve bu reform sürecinin arkasından çok gecikmeden yeni bir anayasanın yapılacağı ümidi de çok güçlü idi.
Bugün ise, AB perspektifi, AB reformları, en hafif deyimiyle, o dönem kadar güçlü değil, yeni bir anayasanın yapılacağına dair de ne içeride, ne dışarıda yine güçlü, canlı bir beklenti maalesef pek kalmadı.
AB reformlarının patinaj yaptığı, Kenan Evren anayasası ile yönetilen bir ülkede sürdürülebilir yüksek bir büyüme oran ortalamasının tutturulması kolay da değil, bu yönde bir beklenti de çok da gerçekçi değil.
TUİK’in açıkladığı büyüme oranları ve büyümenin kaynakları gösteriyor ki, Türkiye kısa ve korkarım orta vadede yüzde üçlük kendi iç kaynaklarına, iç tasarruf hacmine dayalı çok yetersiz bir büyüme patikasına girmiş durumda.
Bu büyüme oranının Türkiye’yi kesmeyeceği, işsizliği azaltmayacağı, kişi başına geliri yirmi bin dolara taşımayacağı açık.
Lütfen bu çok sıkıntılı büyüme oranı üzerinden kısır siyaset üretmekten vazgeçelim, iktidara yakın duruyor isek, Yunanistan’ı, Fransa’yı, hatta avro bölgesini örnek göstermeyelim, bu mukayese hiç de anlamlı değil, iktidara muhalif isek ise de, bu düşük büyüme oranlarından gizli bir keyif almayalım, çünkü düşük büyüme herkesi, hepimizi olumsuz etkileyecek.
Oturalım, sakin sakin, hep beraber, orta vadede minimum yüzde altı ya da daha fazla bir büyüme oranını nasıl yakalayabiliriz, bunu konuşalım, bunu düşünelim, mantıklı öneriler getirelim.
İnternet ortamında ABD’li ünlü iktisat profesörü Lawrence (Larry) Summers’ın (Lant Pritchett ile birlikte) çok önemli bir araştırmasını gördüm; Summers Harvard üniversitesi ekonomi profesörü, ABD Merkez Bankası (FED) başkanlığında da adı geçen çok önemli bir iktisatçı, iktisatçılar bilir, ilginçtir, Paul Samuelson’un, Kenneth Arrow’un, her ikisi de Nobelli iktisatçı, yakın akrabası.
Summers söz konusu araştırmada dünyada on iki dolayında ülkenin, Türkiye dahil, “orta gelir tuzağında(!)” olduğunu belirtiyor.
“Orta gelir tuzağı” ifadesinin yanına bir ünlem işareti koymamın nedeni Prof. Summers’ın bir saptaması, Harvard profesörü aslında ortada bir orta gelir tuzağı olmadığını, söz konusu ülkelerin mevcut konjonktürde tarihsel ortalama büyüme oranlarına döndüklerini belirtiyor.
TUİK’in de son açıkladığı büyüme oranı da kanımca Prof. Summers’ın bu saptamasına çok uygun.
Summers aynı yazıda söz konusu ülkelerin 21. Yüzyılın “meydan okumalarını” çok iyi algılayamadıklarını, hatta 21. Yüzyılda daha 19. Yüzyılın meselelerini tam aşamadıklarını, bu nedenden de zor bir küresel konjonktürde ortalama tarihsel büyüme oranlarına döndüklerini ifade ediyor.
Summers’ın ifade ettiği 19. Yüzyıl meseleleri dendiğinde Türkiye için ilk aklıma gelen mesele hukuk meselesi, Türkiye, son senelerde alınan mesafeye, yetersiz AB reformlarına rağmen hala evrensel hukukun çok gerisinde.
Ve, bu “evrensel hukukun gerisinde kalmış olma” keyfiyeti, Türkiye’nin büyüme oranlarının tarihsel ortalamaya çekilmesinin, kanımca, temel nedeni.
Yüzde üçlük büyüme oranı iç tasarruf oranının ürettiği kaçınılmaz bir sonuç.
Türkiye’nin bu kaderi aşmasının yegane koşulu evrensel hukuk çıtasını yakalayarak kalıcı dış tasarruf, yani senede elli milyar dolayında “doğrudan yabancı yatırım sermayesi” çekmesi.
Bu para da ülkemize ancak Türkiye’nin yabancı tasarrufların emanet edilmesinde sıfır risk ülkesi olmasıyla gelir.
Yargı sistemi de bu amaca yönelik yeniden dizayn edilmeli, sürekli değişikliklere son verilmeli, öngörülebilirlik arttırılmalı.
Bu hedefler ise Kenan Evren Anayasası ile, Kenan Evren Siyasal Partiler Kanunu ile, Kenan Evren Seçim Kanunu ile gerçekçi değil.