Kemal Kılıçdaroğlu’ndan söz ettiğim hemen anlaşılmıştır.
Mahkemede doğru söyleyip karakolda şaşan, bir dediği bir dediğini tutmayan, dün söylediğini bugün tekzip eden tuhaf bir adamla karşı karşıyayız.
Hangi politikalarında samimi? Bilmiyoruz.
Nihayetinde nerede duruyor, son tahlilde ne öneriyor? Bilmiyoruz.
Salı günleri bambaşka bir halete bürünüyor.
Karşısında, alkışlamaya hazır bir kitle görünce, sözün şehvetine kapılıp bodoslamadan gidiyor. Çam üstüne çam deviriyor. Kırmadık pot bırakmıyor.
Bu defa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, moral sadedinde söylediği sözlere takılmış. “Birileri, ben başkomutanım diye ortalarda gezinmesin” diyor.
Görece sulh ortamında bulunduğumuz için “birileri” ifadesiyle sınırlı tutuyor tahkirlerini. “Başkomutan bozuntusu” diyecek de, diyemiyor. Sözlerini yutmuş gibi, yutkunarak, ecel terleri dökerek konuşuyor.
Efendim, başkomutanlık yetkisi TBMM’deymiş. Bu yetki bir başkası tarafından kullanılamazmış.
Nihayetinde “bir başkası” dediği kişi, bu ülkenin seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı...
Devam ediyor: “Mustafa Kemal Atatürk’e de başkomutanlık yetkisi verilmiştir. Ama yetkiyi veren TBMM’dir. Başkomutanlık yetkisi 3’er aylık sürelerle verilmiştir. Dördüncü defa verilirken demiştir ki ‘yasanın 2. maddesinde bana tanınan yetkiler çok geniştir bu maddenin çıkarılması lazımdır.’”
İyi de, bu yetki Mustafa Kemal’e ne zaman, hangi aralıklar içinde verilmiş?
Birazcık tarih kurcalasa, Mustafa Kemal’in henüz Cumhurbaşkanı sıfatı taşımadığını, Meclis’ten başkomutanlık yetkisi istediği dönemde savaş halinde bulunduğumuzu ve bu talebin özel bir duruma istinat ettiğini görecek.
Mustafa Kemal sonradan Cumhurbaşkanı oldu...
Dolayısıyla, “yasanın 2. maddesinde bana tanınan yetkiler çok geniştir” demesinin bir anlamı kalmadı. Çünkü “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla, otomatikman başkomutan sayıldı.
Hem, birileri “ben başkomutanım” diye ortalarda geziniyor da, ne oluyor?
Savaş birliklerine komuta mı ediyor?
Jet mi uçuruyor?
Tank mı yürütüyor?
Sadece moral değerleri tahkim etmek için kullanıyor bu sıfatı. Türkiye Cumhuriyeti devletini teslim almaya yönelik rezil darbe girişimine karşı vaziyet alıyor ve halkı bir “tehlike”ye karşı alesta tutuyor.
Bu kadarcığını da mı yapmasın?
Efendim, camiye, kışlaya siyaset girmemeli... Girerse bunlar olur.
Kemal Bey nelerin olduğunu da söylemeli.
Kışlaya siyaseti kimin soktuğunu, hangi dinî-ideolojik grubun orduda tahkimat oluşturduğunu ve cesareti nereden aldığını, hangi siyasi partinin orduda tahkimat oluşturmuş bu gurubun dümen suyuna girip “tape siyasetine” yöneldiğini de açıklamalı.
Fetullahçıların ordu içinde bir yapılanmaya gitmeleri yanlış...
Bugün devlet bu oluşuma karşı savaş açmış durumda.
Peki, müseccel “izm”lerin ordu içinde bir yapılanmaya gitmeleri doğru mu?
Kemal Bey’in buna da bir açıklık getirmeli.
Devam ediyor Kılıçdaroğlu: “Devletin yeniden yapılanması gerekebilir, belli kurumlar derhal ve acilen yapılanmalı ama bu konular parlamentoya gelmeli, önce orada tartışılmalı.”
Kılıçdaroğlu şikâyet ettiği konu, Jandarma Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması ve askeri liselerin kapatılması.
İyi de, bu tedbirlerin “yeniden yapılanma”yla ne alakası var ve niçin Meclis’ten onay alınmalı?
Sonuçta OHAL Meclis’ten çıktı.
Ne yapılıyorsa, OHAL çerçevesinde yapılıyor.
İtirazınız neye?
Konu yarın Meclis’e geldiğinde (devletin yeniden yapılanmasını da içeren anayasa değişikliği mutlaka parlamentonun gündemine gelecektir) “evet” diyecek misiniz?
Demeyeceksiniz.
Bunu şimdiden beyan ediyorsunuz.
O zaman “sahte uzlaşma gösterileri”nin âlemi nedir?