Ülkemiz siyasetinde ideoloji söz konusuysa her şeyi mübah görme alışkanlığı var mıdır? Siyasi rakibini tuşa getirmek için gerçekler çarpıtılabilir mi? Doğrular yanlış, yanlışlar doğru gibi gösterilebilir mi? Başka türlü baş edilemeyen rakiplere sözle saldırı yapılır, lâkaplar takılır mı?
Bu soruların hepsinin cevabının ‘Evet’ olduğunu biliyoruz. İdeoloji söz konusuysa ötesi teferruattır bizde. Gerçekler göz göre göre çarpıtılır, doğrularla yanlışlara yer değiştirilir... Kendi siyasi tutumunu, projeni, programını açıklamak yerine, siyasi rakibine sözle saldırır, olmadık lâkaplar da takarsın...
Öyle olmasaydı, hemen bütün siyasi partilerin liderleri birbirleriyle mahkemelik olurlar mıydı?
Şu sırada mahkemelerde görülmekte olan sayısız siyasi hakaret davası var.
Türkiye’de siyasetin bu fazla hoş olmayan tabiatını ülkemizi yakın takibe alan yabancılar da biliyor elbet. Bugünün dünyasında bilgi sahibi olmanın önünde hiçbir engel yok; bir ülkede yaşanan, hemen ânında başka ülkelerde duyuluyor.
Ancak bizim siyasi literatürümüz dışarıdan bakanlarca ‘bize özgü’ sayılarak müsamahalı değerlendirilir. Bir lider yadırganacak bir söz sarf ediyorsa, bu biraz da öteki liderin çıkışına bağlanır. Bu sebeple de, yabancı gözlemciler, tek tek partileri veya liderleri ‘centilmenlik’ ölçüsüne vurmaz, “Hepsi aynı” tespitini yapıp geçer...
Siyasi hayatımızla ilgili ‘genellik’ kokan değerlendirmeler acaba bundan böyle değişir mi; özellikle de Brüksel’deki ‘randevu krizi’ sonrasında?
İktidarın doğal alternatifi sayılması gereken bir siyasi partimizin lideri, biliyorsunuz, geçen hafta Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’deydi. Oradayken, ‘Sosyalist ve Demokratlar İttifakı’ lideri olan Avusturyalı bir Avrupa parlamenteriyle görüşmesi öncesinde, ittifakın flaması önünde, ülkemiz iktidar partisi liderinin aleyhinde hayli ileri lâflar sarf etti.
Sonrasında, evsahibi sosyalist politikacının randevuyu iptal etmesi üzerine, Brüksel’i Ankara’ya çeviren gelişmeler yaşandı: Davetli kendisinin protesto ederek randevuya gitmediğini ileri sürdü. Sosyalist politikacının tavrının kişisel çıkar hesaplarıyla ilgili olduğunu düşündüren çıkışlar yaptı. Partisi sözcüleri daha da ileri giderek, ne alâkası varsa, adamın eşinin iş ilişkilerini gündeme taşıdı. Sosyalist liderin ülkemizdeki iktidar partisinin kongresine katılmasını ‘suç’ gibi gösteren ve adamı ‘Sosyalist Enternasyonal’ örgütüne şikâyet eden de çıktı.
Hızını alamayıp adama ‘sol soytarı’ lâkabı takan bile oldu.
Ne dersiniz, bütün bu gelişmeler genel olarak Avrupalı politikacılar ile dünyanın dört bir tarafındaki sol ve sosyalist partilerin dikkatinden kaçmış mıdır? Kaçmadıysa değerlendirmeleri ne olmuştur?
Kendi kanaatimi yazayım: İlk kez Türkiye siyasi hayatına ayrıştırıcı bir gözle bakmanın ihtiyacını hissetmiş ve o kesimden kendilerine ulaşan daha önce ciddiye alıp kulak verdikleri şikâyet ve eleştirileri yeniden gözden geçirmeye başlamışlardır. Brüksel-Ankara ekseninde yaşanan bu siyasi gelişme Avrupalılar açısından bir ‘uyandırma zili’ görevi görmüştür.
Daha fazla içine kapanma iyi bir şeyse, bu krizi yaşayan ve yaşatan siyasi partiyi öyle bir dönem bekliyor...
Zor bir dönem olacak herkes için...