Beşiktaş’ın maçından önce alınan feci sonuçlar; Braga mücadelesine yönelik umutlarımızı daha baştan sıfırlamıştı. Türk futbolu, 70’li ve 80’li yılların o kara günlerine yeniden dönmüştü sanki...
Maçın başlarında golü erken yiyince, yeni bir hayal kırıklığının derin hüznüne gömüldük. Neyse ki; Boyd’un rakip savunmayı yere yatırarak attığı güzel gol; bir ara durumun o kadar da vahim olmadığını müjdeler gibiydi. Çabuk yanıldık.
İkinci gol ve kırmızı kart derken; yeniden çaresizlikle yüzyüze kaldık.
Aslında, ilk golü yiyene kadar da; açıkçası pek parlak durumda değildik. Ayağımızdaki topları; pas veremeden, çalım atamadan hatta çalım atmaya teşebbüs bile edemeden rakibe kaptırıyorduk. Durum zaten pek parlak değildi.
***
Yediğimiz ikinci gol, kurtarılabilirdi. Çaresiz kaldık... Aslında 2-2’yi yakalayabilecek fınsatımız da oldu ama; bir kere işler ters gitmeye başlayınca, artık hiçbir şey rayına oturmaz. Fırsatlar heba olur gider. Fark olmadıysa, Karius’a şükredin!.
Türk futbolu ileri gitsin diye, kadroda 14 yabancı bulundurma ve bunun 11’ini birden sahaya sürme hakkı; aslında bizi epey geriye götürdü... G.Saray örneğinde olduğu gibi, eski hezimetler tekrar yakamıza yapıştı.
***
Lens rakibine dalışı, affedilecek gibi değildi. Vahşice daldı... Sadece kırmızı kart değil, iki de tokat gerekirdi. Bir profesyonel, bu denli akıl ve insaf dışı iş yapmamalı.
Vida da, eliyle düzelttiği toptan gol çıkarmaya çalıştı ama, hakem o kadar da saf değildi.
Beşiktaş, Braga’ya gövde gösterisi yapacak kıvamda değildi. Ataklar, eğrisi doğrusuna denk gelmesi umuduyla yapılıyordu. Çünkü çoğu girişim; sistem/tasarım/taktik dışı çabalardı.
Boynumuz gene kıldan ince kaldı.