Hayatı “F tipi” yapılarla mücadeleyle geçmiş gazeteci Yavuz Selim Demirağ (birçok kişi derin uykudayken, o bu konularda kitaplar yazıyordu) “FETÖ üyesi” suçlamasıyla gözaltına alındı, sorgulandı, serbest bırakıldı.
Olayın detayına vakıf değilim ama gözaltını gerçekleştirenler, bunu aldıkları bir “ihbar mektubuna” dayandırıyorlar. (Üç sayfalık bir mektupmuş bu. Gönderen kim? Hangi adres kullanılmış? Ayrıca mektupta ne yazıyor? Bilmek istiyoruz!)
Benzetmek gibi olmasın da (aslında benzetmek gibi olsun) aklıma, Ergenekon ve Balyoz döneminin sayın muhbir vatandaşları geliyor.
Hatırlayacaksınız; polis, sahte isimle gönderilmiş (bu sonradan anlaşıldı) ihbar mektuplarına dayanarak binlerce “izinsiz dinleme” gerçekleştirmiş (Cumhurbaşkanı ve Başbakan dâhil, binlerce kamu görevlisi ve sivil vatandaş dinlemeye alınmıştı) ve arkasından operasyon başlatarak yüzlerce kişiyi gözaltına almıştı.
Benzer bir süreç mi yaşıyoruz?
Ergenekon ve Balyoz’un sayın muhbir vatandaşları (FETÖ’nün trolleri) yeniden mi sahnede?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “at izi, it izi” sözüyle açıklamaya çalıştığı durum bu mu?
Demirağ olayının (ve benzer yüzlerce olayın) karşımıza çıkardığı “durum”u iki ihtimale dayalı olarak okuyabiliriz:
BİR- Görünmez bir el, sahte ihbar mektuplarıyla darbe soruşturmasını sulandırmaya, mecraından saptırmaya çalışıyor. Suçsuz insanlara suç isnat etmek, olsa olsa, gerçek “suçluları” gizlemek ve belli bir yapıya devlet içinde alan açmak cehdinden kaynaklanabilir. Bunu Balyoz sürecinde yaşamıştık.
İKİ- Darbe soruşturmasını yürüten ekipte bir “sıkıntı” olabilir. Birileri sızmış yahut sızdırılmış olabilir. Bilemiyorum... Bir diğer ifadeyle, bir FETÖ parmağı ve yönlendirmesi söz konusu olabilir. Hassas bir dönemden geçiyoruz. Her ayrıntıyı değerlendirmek zorundayız.
Üçüncüsü de şu olsun:
Hükümet, soruşturmanın sağlıklı yürümesi için azami bir dikkat göstermeli, bağımsız “denetleme kurullarının” gölgesini eksik etmemelidir “soruşturma ekibi”nin üzerinden.
Bu yapılmazsa, FETÖ’yle mücadele, masum insanların da gadre uğradığı bir “kıyım hareketine” dönüşebilir, Kemal Kılıçdaroğlu gibi gayrı ciddi adamlara da “Biz zamanında uyarmıştık!” deme fırsatı doğar.
Kazanan da elbette FETÖ olur. Aman dikkat!
HAMİŞ
Ogün Samast’ın Türk bayraklı fotoğrafıyla ilgili söyleyeceklerim bitmedi.
Hrant Dink’in katili, götürüldüğü polis merkezinde bir kahraman gibi ağırlanıyor. İzledik... Eline bayrak tutuşturulduğunu, fotoğraflarının çekildiğini, şakalaşıldığını, “aslanım, koçum” türünden taltif sözcükleriyle şımartıldığını da izledik...
Hepsi tamam da...
Ramazan abi’yi anlamadık.
Ogün Samast’la muhabbete oturan polislerden biri, cep telefonuyla konuşurken “Ramazan abi” diye birinden söz ediyor. Bu Ramazan abi’nin, o dönemde Trabzon Emniyet Müdürü olan Ramazan Akyürek’le bir ilişkisi var mı? Ramazan abi dedikleri şahıs, FETÖ’nün istihbarat elemanı olan ve FETÖ tarafından MİT Müsteşarlığı’na hazırlanan Ramazan Akyürek’in kendisi mi?
Bu soruya verilecek cevap, Hrant Dink suikastını aydınlatacaktır.
Benim tahminim şu:
FETÖ’nün darbe girişimi (yani devleti ele geçirme operasyonu) Hrant Dink suikastıyla başlamış...
Peşinden Danıştay cinayeti geliyor. 7 Ekim MİT saldırısı, Gezi nümayişi, 17/15 Aralık girişimi ve 15 Temmuz olarak, “silsile” halinde devam ediyor...
Dileyen, 7 Haziran konsorsiyumunu da “FETÖ operasyonları” hanesine yazabilir.
Hani CHP’siyle, HDP’siyle, PKK’sıyla, FETÖ’süyle “birlikte sallamışlardı” da, düşürememişlerdi...
Bir CHP milletvekili, refikine, “birlikte iyi salladık” demişti.
O operasyon işte!