Gerçekler ikiye ayrılır. Bilirsiniz. Kanıtlanabilenler ve kanıtlanamayanlar. Birinde gerçekten inanırsınız, diğerinde ise inanmak istersiniz. Birincisi mantıken ağır basar, diğerinde ise sezgiler yola çıkar. Ama, bu ikisi arasındaki diyalektik asla gerçeklik modunu bozmaz. Gerçek gerçektir. Yaşanmışlıklar ise yaşananları ve yaşanabilecekleri göstermesi açısından, gerçekleri göstermesi bakımından, her iki duruma da burun farkı kadar yakındır. Cumhurbaşkanlığı seçimine yaklaştığımız bu zaman diliminde de kanıtlanabilir gerçeklerden ya da yaşanmışlıklardan bahsetmek istiyorum. Emin olun, tam bir politik gerilim. Eğer bu bir televizyon dizisi olsaydı, rahatlıkla söyleyebilirim ki ‘rating’ rekorları kırardı. Bunu da es geçmeyelim.
Bunları biliyor muydunuz serüvenine başlayalım. İlk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve 1938’e kadar bu görevi sürdürdü. Bilinen bir şey. Peki, İsmet İnönü’nün 5 Mayıs 1938’de ‘Atatürk olmasaydı ben olmazdım’ tadında bir itirafta bulunduğunu, ama daha evvel Atatürk’e ‘ben olmasaydım, sen olmazdın’ dediğini, Atatürk’ün onu oyundan çıkardığını, hatta yurt dışına göndermek isteyip başaramadığını, öldüğünde Cumhurbaşkanı adayları arasında dahi olmadığını, ama onun 24 saat içinde tek aday olarak seçildiğini? İkinci tek adam İnönü’nün 1945 yılında seçime askerin zoruyla girdiğini, askerin tek derdinin maaş, statü, kariyer ve terfi olduğunu, hatta İnönü’ye karşı cuntalar kurulduğunu, askerin sırf bu yüzden Bayar’a yakınlaştığını ve onu seçtirdiğini? 1960 ihtilalinden önce askerin aynı sebeplerden ötürü DP’ye düşman olduğunu, darbe ve idam intikamlarından sonra, Cemal Gürsel’in mevcut partilere zorla ‘partiler aday gösteremez, ordu mensupları mutlaka maddi manevi rahat ettirilmeli, Yassıada’ya asla af yok’ belgesi imzalatıldığını ve öyle seçildiğini, buna rağmen aday olan Ali Fuat Başgil’in ölümle tehdit edilip uzaklaştırıldığını? Seçimler esnasında Meclis’in içeriden ve dışarıdan askerlece kuşatıldığını? Aynı şeylerin sırf asker Cumhurbaşkanı olsun diye Sunay ve Korütürk seçimlerinde de yaşandığını? Demirel’in ‘biz isteseydik, 1966’daki gücümüzle istediğimizi seçerdik, ama asker ile sivili kucaklaştırmak hepsinden daha önemli idi ve bunu yaptık dediğini? Medyanın asker ne dediyse onu yazdığını söylemek gereksiz bile. Evren’i söylemiyorum bile. Yeni anayasayı kabul ettin, cumhurbaşkanını zaten belli ettin. 1989’da Özal’ın yerel seçimlerdeki oy oranı düşüklüğünü söz konusu edip, türlü oyunlarla adaylıktan etmeye çalışıp da başarılamadığını, Baykal’ın ‘eğer ısrar ederse bu adaylıkta onu onursuzca indireceğiz’ sözünü? ‘Yüzde 80’e rağmen Cumhurbaşkanı olamaz’ sözlerini. Demirel’in ‘Çankaya, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindedir’, sözünü, Özal’a Cumhurbaşkanı yerine ‘Çankaya Sakini’ demesini? Demirel’in yüzde 20’lerde oyu olmasına rağmen yüzde 80’e rağmen lafları hiç dillendirilmediğini? Özal 263 oyla seçilirken bunu küçümseyen Demirel’in 244 oyla seçildiğini? Ve Ahmet Necdet Sezer’in birden bire ortaya çıkmasını? Önce üç sonra diğer partilerin ansızın ortak adayı olduğunu? Üçüncü turda 330 oyla seçildiğini? En nihayetinde, Abdullah Gül’ün önüne konan ‘Sabih’ formülünü. 367 kuralını? DYP ve ANAP’ın bundaki rolünü? Medyanın bütün bunlardaki repliklerini hatırlıyor muyuz? Oyuncular değişiyor, bazen Demirel, Bahçeli gibi olanlar değişmiyor belki, ama senaryo hep aynı.
Bir de son üç seçimde kamuoyunu meşgul eden kanlı, kirli olayları hatırlıyor musunuz? Sezer öncesi; büyük mafya çatışmaları, tarikat muhabbetleri, Hizbullah, Ağca’nın getirilmesi, Öcalan’ın idam kararını ertelenmesi, hayata dönüş operasyonunu? 2007 öncesinde; Danıştay saldırısını, e-muhtıra, Atabeyler, Zirve Yayınevi cinayeti, mitingler, andıç operasyonlarını? Geçen sene başlayan gezi olaylarını, 17-25 Aralık operasyonları, tapeleri, paralelcilerin 2 sene önce başlayan salvolarını, Feyzioğlu konuşmasını, Soma faciasını, şimdilerde Lice ve bayrak krizini düşünün. Tesadüf değil, hepsi kanıtlanmış gerçekler ve şu an tek bir şeye oynanıyor. Başbakan Cumhurbaşkanı olacak mı? Ne tesadüf ki, ‘bir gerçeğin itirafı’ da Bayan Clinton’dan gelmiş. Yeni çıkan ‘Zor Seçimler’ kitabında yazmış ya. Türkiye’nin ve Türk-ABD ilişkilerinin geleceğinde anahtarı özellikli bir kişinin elinde tuttuğunu, onun da Recep Tayyip Erdoğan olduğunu. Herkes bunu biliyor, çoktan yazılmış olan oyununu oynuyor. Halk da 11 senedir bütün bu oyunları bozuyor. Boşuna uğraşmayın diye söylüyorum, cumhurbaşkanını halk seçecek. Sanırım çoktan seçti de!