ABD ve Rusya dışişleri bakanları geçen hafta içinde bir araya gelerek Suriye probleminin çözümü konusunda uzlaşma temini yolunda anlaştıklarını ve bir uluslararası konferansta krizin taraflarını aynı masa etrafında toplamaya karar verdiklerini açıkladılar. Sürpriz bir gelişmeydi bu. Ancak bir yandan da ilk günden beri beklenen bir gelişmeydi. Zira Suriye meselesinin bir hal yoluna girmesi ancak ABD ile Rusya’nın anlaşmasıyla mümkündü. Daha ilk günden itibaren bu sütunda savunulan görüş de buydu.
Geçmişte neo-con idaresi altındayken Irak’a saldırmak için hiçbir itiraza kulak asmayan ABD bilahare Demokratların yönetimine girdikten sonra dış politikasının hiç değilse üslubunda ve araçlarında ciddi bir revizyon gerçekleştirerek adına Obama Doktrini denilen yeni bir siyaset tarzı izlemeye koyulmuştu. Buna göre uluslararası meselelerde tek başına hareket etmeyecek ve müdahalelerde başı çeker görünmeyecek, bunun yerine müttefikleriyle işbirliği içinde hareket edecekti. Libya’da bunu yaptı. Kendisi perde gerisinde kaldı, müdahale işini Avrupalı müttefiklerine bıraktı.
Dolayısıyla Suriye konusunda da benzer bir tavır bekleyenler oldu Washington’dan. Tamam, Irak’taki gibi tek başına silahlı bir müdahalede bulunmazdı ama herhalde uluslararası bir koalisyona perde gerisinden destek verebilirdi... Bu beklenti gerçekçi değildi, çünkü Suriye pek Libya’ya benzemiyordu. Libya’da paldır küldür bir müdahale gerçekleştirildiğinde bunun etkileri lokal kalabildi. Ama Suriye’de atılacak her adımın hem bölgenin tamamını hem de uluslararası sistemi bütünüyle etkileme riski çok yüksek. Bu yüzden ABD şartlar olgunlaşıncaya kadar beklemede kalmayı uygun gördü.
Şu da var: Obama başkanlığının ilk döneminde böylesi uluslararası bir krize müdahale edecek gücü kendinde bulamayacak durumdaydı aslında. Başkan’ın ilk döneminin sonlarına doğru Washington’da yavaş yavaş bir hareketlenme başladı. Öncelikle Suriye muhalefetini temsil misyonunu üstlenen kadrolar üzerinde birkaç küçük ama anlamlı değişiklik getiren bir diplomatik operasyona imza attı. Yakın zaman öncesinde ise Suriye devlet güçlerinin “kimyasal silah” kullandığına ve bunu “Washington’un kırmızı çizgilerinin aşılması” olarak değerlendirdiklerine ilişkin bir açıklama yaparak bazılarımızın “Artık ABD harekete geçiyor, Esed’in günleri sayılı” yorumları yapmalarına yol açtı. Ama aslında kimyasal silah ve kırmızı çizgi açıklamalarının Rusya ile oturdukları masada Obama’nın elindeki pazarlık gücünü artırmaya yönelik bir hamle olabileceğini düşündürten bir gelişme oldu hemen sonra: ABD ve Rusya’nın “sürpriz”açıklaması geldi.
Öyle anlaşılıyor ki hem ABD hem Rusya sürecin en başından beri kendilerinden beklenen bu girişimi gerçekleştirmek için “şartların olgunlaşmasını” beklediler. Daha doğrusu bütün taraflara öncelikle “olmaz”ları göstermek istediler. Nitekim Suriye krizinin “olmaz”ları açık seçik görüldü ve artık başta bölgesel aktörler olmak üzere uluslararası kamuoyu bir ABD-Rus çözümünü satın almaya hazır durumda.
Esed güçlerinin son zamanlarda ülkenin Nusayri nüfusunun yoğunlaştığı hat üzerinde etkinliklerini artırma çabasına girmiş olmaları da bu girişimle bağlantılı olarak değerlendirilebilir. Belki Hatay saldırısı üzerinden Alevi-Sünni gerginliğinin yükseltilmesi de planlanıyor olabilir. Hatırlanacak olursa, “bölünme sonrasında” Akdeniz’e sahildar Lazkiye-Tartus hattında oluşturulması planlanan “Alevi devleti” projesine dair ilk değerlendirme geçen yıl bu sütunda yer almıştı.
Hatay olayını duyar duymaz benim aklıma ABD ve Rusya’nın açıkladıkları girişim geldi. Hem Türkiye’nin hem de Suriye muhalefetinin peşinen kuşku ve itirazlarını açıkladıkları bu girişim Esed yönetimine bir can suyu olarak yorumlanmıştı. Ama çözüm planının içeriği netleşmiş değil. Önümüzdeki günlerde gizli-açık diplomatik müzakerelerle netleşecek. Büyük ihtimalle Başbakan Erdoğan’ın Washington seyahatinde vereceği mesajlar da bu içeriğin belirlenmesinde etkili olacak.
Reyhanlı’da patlatılan bombalar ise Erdoğan’ın vereceği mesajların içeriğini etkilemeye matuf gibi görünüyor.