Hayatlarımız, hiç de kolay geçmedi bizim. Ömrümüz; bizleri çepeçevre kuşatan yasakları savmakla, engelleri, ötelemeleri, dışlanmaları, yok sayılmaları göğüslemekle geçti. Yeni nesil için bir eski zaman masalı olan tüm bu mücadeleleri, alnımızın, sırtımızın teriyle, hayatın içinde dupduru tutmaya azmettiğimiz niyetimizle, fedakarlıklarla, adanmışlıklarla verdik. Nice isimsiz-isimli kahramanlar gördük, tanıdık, sular seller gibi nice emekler verildi, sabırlar tutuldu dağlar gibi sapasağlam ve Ferhat gibi dağlar delindi, sevildi hiç karşılık beklenmedi, dimdik bir çınar gibi, dosdoğru durularak yıldızlar gibi, beklendi ve vazgeçmedik, hiç vazgeçmedik. Biz inandık.
Bu işin rüzgarı, karşılıksız sevmekten doğar. Ne zaman ki karşılık beklenir oldu, işte o zaman rüzgarımız gitti, yerine yakıcı ateş düştü.
..............................................
Siyaset büyük ve zor bir iş. Kimseye akıl verecek halimiz de yok haddimiz de değil. Ne ki, büyüklerimiz, önden gidenlerimiz bizden ne istediler de yapmadık, hangi vazifeyi verdiler de savsakladık, ne söylediler de yolun yarısında bıraktık... Yarın şurada miting var dendi, yüzlerce, binlerce, milyonlarca gitmedik mi? Kışın karda, yazın güneşin altında günlerce beklemedik mi? Havalimanlarına, ana caddelere çıkın dendi, çıkamadık mı? Tankların önüne bu millet yatmadı mı, nineler, dedeler, gelinler, oğlanlar, babalar mermilerin önünde durmadı mı, çatılara çıkıp hain uçak saldırısına karşı levye sallayanlar kimlerdi... Diyeceğim o ki, Türkiye’de siyaset varsa, millet onun içinde ana aktördür. İkincil, edilgen, ilgisiz, alakasız, sözsüz bir kitle veya teb’a değil, bizatihi siyasetin öznesi olan, etkin bir tabandan bahsediyoruz...
Hal böyle olunca bize de bir çift söz düşüyor ki, o da “bölünmeyin’’dir...
...........................................
Peki ne olacak? Yanlış gidenleri hiç mi söylemeyeceğiz? Elbette söylenecek sözümüz, daha iyiye dair beklentimiz, karşı çıktıklarımız, tenkit ettiklerimiz, tedirgin olduklarımız, mesafelerimiz, şerhlerimiz, ümitlerimiz, hayallerimiz hep olacak. Ama bunların hepsini kendi evimizde gerçekleştireceğiz. Dışarıda değil. Evet istişare var, ama son sözü de Başkan söyleyecek, bu yüzden Başkan var. Dolayısıyla tashih ve tecdid hep olacak ama bu asla fesih veya kopuş olmayacaktır...
...........................................
Bazı yazar arkadaşlarımız ısrarla AK Parti’den koparak yeni bir parti kurulması macerasını özendirici yazılar yazıyorlar. Ve bu durumu adeta çarpıtarak, Ak Parti’nin Fazilet’ten kopuş serencamına benzetmeye kalkıyorlar... Bu mukayese yanlıştır, hatta hakikati ters yüz etmektir. Bazı gazeteci arkadaşlarımız tarafından övgülerle dillendirilen bugünkü kopuş senaryoları, Has Parti’nin, Saadet Parti’sinden ayrılarak kurulduğu zemine de benzemiyor...
Daha evvel üyesi olduğum iki parti kapatıldı, bu çok ağır, üzücü bir tecrübedir. Refah ve Fazilet Partileri kapatılırken, bugünkü gibi güçlü bir oy potansiyeli yoktu. Üst üste aldığımız kapatma kararlarıyla ağır darbeler yemiştik, bir çıkışa ihtiyacımız vardı... AK Parti’yi canları sıkıldığı için kurmadı insanlar... Kuruluşu gerektirecek bir sosyoloji ve kuruluşu güncelleyecek bir liderlik ve toplumsal karşılığı vardı AK Parti’nin. Bugünden bakıldığında,17 yıldır girdiği her seçimi kazanan, %52’lik oy potansiyeli yakalamış, 600 kişilik Mecliste 295 sandalyeye sahip bir AK Parti var karşımızda.
Asla bölünmekten yana değilim. AK Parti’nin bölünmeye değil, bilgece dile getirilecek tezkiyelere, vicdan muhasebesine, sevgiyi ve dostluğu yeniden keşfedişe ihtiyacı var...