Bulunduğumuz bölgenin güneyi kaynıyor.
Artık için için mi kaynıyor yoksa fokur fokur mu onu herkes meşrebine göre bizzat tâyîn etsin ama bir şekilde kaynadığı muhakak.
Irak ve Sûriye, Ürdün, Lübnan... Türkiye’nin de bir huzur ve sükûnet adası olduğu söylenemez. Biz gerçi diğerlerine nazaran ışık yılları daha ilerideyiz ama nisbî bir ilerilik bu. Araba altında kalırsanız otomobilin 75 km. mi 110 km. mi sür’atle gitdiği sizin için fark etmez. Yukarıya yâhut aşağıya vardığınızda “Gerçi ezildim ama beni ezen sürücü çok medenî biriydi; iki de yabancı dil biliyordu.” diye övünmenizin pek kimseyi etkileyeceği de söylenemez. Hazır açılmışken: Zâten yabancı dil bilmeyi bir medeniyet kıstası olarak kabûl etmek hıyarlığın daniskasıdır. Karısını ve dört kızkardeşini geçenlerde işkenceyle öldüren psikopat Henry Clayton da şakır şakır Fransızca ve Almanca biliyordu. Anadili de İngilizce, buyrun!
Demek istediğim biz gûyâ ileriyiz ama bunun sonucu olarak bizim teroristler olsa olsa bilgisayarı daha iyi kullanıyorlar.
Bu konuda söylemek istediğim bir şey daha var:
Bizler bu tedhiş anlamına gelen kelimenin gâvurcasını yanlış kullanıyoruz:
Bakınız terÖr derken Ö ile ama terOrizm yâhut terOrist veyâ terOrize etmek derken O ile!!!
Bir de terOrizan var ama o Türkçeye girmemiş; terorize eden demek.
Birkaç sâniyedir benim bu tahammülfersâ bilgiçlik taslamalarımla sizleri tâbî tutduğum rejim! Farkındaysanız sizleri terorize ediyorum. Ama belki bir gün gelir işinize yarar.
Yıllardır dikkati çekmek istiyordum, kısmet bugüneymiş.
Asıl konuma dönecek olursak:
Bulunduğumuz bölgenin, kısmen bizi de içine alan şekilde kaynaması elbet nihâî bir varlık şekli değil, bir geçiş dönemini ifâde ediyor. Böylesine sürekli bir altüst oluşu yeryüzünde hiçbir bölge kaldıramaz. Nitekim kaldıramadığının işâretleri de geliyor gibi. Bakınız üç gün önceki ayaklanma aynı zamanda hem Sûriye’de hem Irak’da birden başladı. Çünki orası aslında tek bir ülke.
Eğer Osmanlıyı devirdikden sonra Batılılar burada adam gibi bir düzen kursalardı şimdi bütün Ortadoğu güllük gülistanlık olurdu. Ama niyetleri mütemâdî bir gayyâ kuyusu yaratmak olduğu için mâkûl olan ne varsa tam tersini yapdılar ve ortaya bu cehennem çıkdı.
Batılılarla ancak çok güçlü olduğunuz yâhut onlara hîn-i hâcetde hiç değilse çok ağır zararlar verebilecek kapasitede bulunduğunuz zaman andlaşmalar yapabilirsiniz. Aksi halde ananızdan emdiğinizi burnunuzdan getirirler.
“Pacta sunt servenda.” (serbest çeviriyle ahde vefâ) ilkesi ise ancak birbirleriyle alışverişlerinde bir şey ifâde eder. Ben söylemiş olayım da...
Peki, Küçük Asya ve Arab Yarımadası ne olacak?
Vallâhi, böyle yürümeyeceğine göre muhtemelen güneyimizde bir Kürd devleti, en azından bir Kürd formasyonu teşekkül edecek. Bu formasyon topraklarını Irak, Sûriye, Türkiye ve İran’dan devşirecek. O andan îtibâren ise hayatda kalabilmek için Türkiye’nin müşfik kanatları altında kendisine bir gûşe-i emniyet arayacak. Bu, görebildiğim kadarıyla bir federasyon demekdir. Şâyet ekonomik alanda önemli başarılar sağlanırsa, ki sağlanmaması için zarûrî hiçbir sebeb yok, o zaman bu yapı bölgeye, daha güneyi de dâhil olmak üzere nihâyet özlenen refâhı ve uluslar arası alanda çok daha büyük bir politik etkinliği getirebilir.
Falcı değilim ama bu değişikliklerin çok da uzun bir zamâna yayılacağını sanmıyorum.
NOT: Okuyucularımın bütün mektub ve mesajlarına, kendimden kaynaklanan bâzı teknik sorunlardan ötürü cevab veremiyorum.
Ama hepsini dikkatle okuduğumdan emîn olabilirsiniz.