Geçen hafta sonu Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin davetlisi olarak Van’da idim. Ve sadece akademik çevrenin değil, tüm Vanlıların filizlenen “barış süreci”nden memnun olduğunu gördüm.
Üniversiteyle başlayalım. Beni “Hayalimdeki Türkiye”yi anlatmak üzere davet eden Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni ilk kez bu vesileyle tanıdım. Kampüsüyle, hocalarıyla, öğrencileriyle, uluslararası bağlantılarıyla etkileyiciydi. Biz İstanbullular, sanki Anadolu’da fazla bir gelişme olmuyor, “Anadolu üniversiteleri” yerinde sayıyor gibi bir ilüzyona kapılabiliyoruz bazen. Van ziyareti, beni bu açıdan uyandırdı, tashih etti.
Konuşmamda, hayalimdeki Türkiye’nin daha “Osmanlıvari” yani “çoğulcu” bir yer olduğunu anlattığımda da, bir Batı üniversitesindeki muhtemel tepkiden daha olumlusunu aldım. Çünkü Van, ve genel olarak mâlum “bölge”, Osmanlı’daki çok-kimlikli yapıyı zaten fiilen yaşıyor. Dağa-taşa kazınan (ve çok şükür ki artık yavaş yavaş kaybolan) “Ne mutlu Türküm diyene” dayatması, Türk, Kürt, Arap gibi farklı kimliklerin tarihsel kardeşliğini ortadan kaldıramamış, kaldıramıyor.
Müslim ve gayrımüslim
Ancak tam burada bir “yumuşak karın” var ki, konferansta da karşıma çıktı: Osmanlı kimliğinin ima ettiği “Müslüman kardeşliği”ni benimseyenler, konu gayrımüslim hakları olduğunda Osmanlı’nın çok gerisinde kalabiliyor. Bana soru soran bir öğrencinin, “Hıristiyanlar Osmanlı’yı arkadan vurmuştu, şimdi onların kiliselerine, okullarına izin verirsek, Anadolu’yu yeniden işgal ederler mi” şeklindeki traji-komik sorusunda gözüktüğü gibi.
O öğrenci gibi düşünen daha niceleri olduğundan, ona verdiğim cevabı burada tekrar edeyim:
Evvela, gerek İslam hukukunda gerekse modern hukukta, suçlar şahsidir. Yani, bugün Türkiye’de yaşayan bir Rum’a, “niye sizin bazı dedeleriniz 1919’daki Yunan işgaline taraftar olmuştu” diye hesap sorulamaz.
İkincisi, Türkiye’de kalmış bir avuç gayrımüslimin milli bir tehdit oluşturduğunu düşünmek, mesnetsiz bir paranoyadır. Avrupa devletleri, kendi nüfuslarını dahi korumaya zorlanıyor; bir de kalkıp bizi istila mı edecekler?
Üçüncüsü, bir toplumsal kesim hakkındaki korkular, o kesimin haklarını çiğnemeye bahane olamaz. Aksi, “irtica” korkusu ile muhafazakârları ezen Jakoben laikçilerin zulmüne benzer.
Nihayetinde, eğer bugün sahiden Osmanlı’dan ilham alacaksak, bunun gayrımüslimlere dair özgürlükçü bir tutumu da içermesi şart. Bu nedenle, hükümetin, Gökçeada Rum Okulu’nun yeniden açılması gibi icraatlarını hararetle destekliyorum. Darısı, bir an önce, Heybeliada Ruhban Okulu’nun başına.
AK Parti ve ötekiler
Gelelim başta belirttiğim meseleye; devlet ile PKK arasındaki “barış süreci” ve bunun bölgedeki karşılığına.
Cuma gecesi Van sokaklarında gezerken, tam da bu sürecin orta yerinde buldum kendimi. Çünkü aylardır tutuklu olan BDP’li belediye başkanı Bekir Kaya tahliye edilmiş, buna sevinen BDP’li gençler de sokakları doldurmuştu.
Ancak Van’ın diğer kesiminin, yani siyasi tercihleri AK Parti’den yana olanların da bu tahliyeden memnun olduğunu gördüm. Bize ev sahipliği yapan akademisyen dostumuz, “iyi oldu, bu sayede ortam daha da yumuşar, sürece katkı olur” yorumunu yaptı.
Van’da ve anlaşılan tüm bölgede hava bu yönde: Sadece PKK ve BDP tabanı değil, AK Parti’ye yakın kitleler de süreçten memnun. Çünkü biliyorlar ki, ancak bu şekilde kan duracak, barış gelecek, huzur sağlanacak.
“Peki CHP ve MHP tabanları ne diyor” derseniz, verecek cevap yok, çünkü “bölge”de öyle bir kitle yok...
Zaten de o yüzden söz konusu iki parti sürekli hariçten gazel okuyor ve her daim tarihi ıskalıyor ya...