Önce bayağı sevindim; ne de olsa Fazıl Say da bu toprakların çocuğu... ‘Avrupa’nın en büyük ve en prestijli müzik ödülü’ ECHO’yu üçüncü kez kazanmış... Ödül açlığı çekilen ‘güzel ve yalnız’ ülkem adına sevinilecek bir gelişme...
Tarzına yakın eserlere düşkünlüğüm olduğu halde, konserlerini canlı izlemiş veya albümden dinlemiş değilim. “Büyük eksiklik” diye düşünüp bu eksikliği gidermenin yollarını aradım.
Eskiden olsa zorlanırdım, ama artık istediğiniz eser parmağınızın ucunda. İnternet yoluyla en iddialı olduğu performanslarına ulaşma çabasına girdim. İyi de hangisi? Fazıl Say kendi besteleri yanında dünyanın öndegelen bestecilerinin eserlerini de çalıp albümleştirmiş: Mozart, Hydn, Beethoven, Ravel, Bartok...
“Hangisi?” sorusuna cevap verebilmek için müzik otoritelerinin değerlendirmelerine başvurdum. Aa, o da ne, en prestijli ödülleri kazanmış birine hiç yapılmaması gereken bir muameleye tâbi tutmuyorlar mı Fazıl Say’ımızı... Hem de birden fazla müzik eleştirmeni...
Stephen Eddins aslında beğenmiş Say’ın Black Earth albümünü; özellikle de Paganini’nin ‘Variation’larını piyanosunda solo icrasını... ‘Derviş Manhattan’da’ eserine kattığı ney dahil bize özgü çalgılarla ‘Türk rüzgârı’ estiriyormuş... Caz havası veriyormuş eserlere bunlar...
Tam “Bunu alıp dinleyeyim” derken, yazıdaki bir cümle dikkatimi çekti: “Eserlerin hemen hepsinde Say’ın kısık biçimde iniltileri duyuluyor...” Bunu da beğenmiş eleştirmen...
Ne yalan söyleyeyim, irkildim ben. James Leonard da irkilmiş olmalı ki, Fazıl Say’ın ‘Beethoven’ albümü için kaleme aldığı değerlendirmeye “İlk önce, ağzından sesler çıkarmaktan vazgeçmeli” diye başlamış... “Ne zaman müzik yoluna girmeye başlasa, Fazıl Say, ohlamaya, inlemeye, şarkı söylemeye, daha da kötüsü burun çekmeye başlıyor” da diyor...
Leonard başka özelliklerini de beğenmemiş Fazıl Say’ın, kıyasıya eleştiriyor... Ama esas vurucu cümleler bundan sonra geliyor ve “Repertuarını değiştirmeli” diyor... Ne kadar acımasız... Bütün notaları çalıyormuş çalmasına, ama müziğin gerçek muhtevasında sanki hesap makinasında çalışır gibiymiş... Yavaş hareketlerde ise... “Unut onu” diyor Leonard ve devam ediyor: “Beethoven’in en derin hislerini basitleştiriyor; Liszt veya Scriabin’i denese daha iyi olur, tam onlara göre...”
Çalarken çıkardığı seslere iyice takmış; “Liszt ve Scriabin’i çalarken de o sesleri çıkaracaksa dinlenebilir bir kayıt olmayacaktır” demesi hiç hoşuma gitmedi.
Avrupa’nın en prestijli ödülünü üç kez kazanmış birine söylenecek lâf mı bunlar?
“Fazıl’ımıza bir garezi var” diye düşünüp başka bir eleştirmenin farklı bir albümle ilgili değerlendirmesine göz attım. James Manheim Fazıl Say’ın Haydn çaldığı albümü dinledikten sonra yazdığı yazısına “Türkiye doğumlu piyanist Fazıl Say’ın albümü bu; ama Haydn’ın albümü olduğunu söyleyemem” diye başlamış...
O da piyanistimizin çalarken çıkardığı seslere takanlardan... Orada dursa iyi, Manheim yazısında Haydn ile Fazıl Say arasındaki Say’dan kaynaklanan uyumsuzluklara uzun satırlar ayırmış...
Jed Distler adlı eleştirmen Haydn albümüne 7 puan vermiş... “Konserlerinde sıcakta kalmış şempanze gibi piyanosu üzerine sıçradığını izlemektense albümünü dinlemek daha iyi” gibi kötücül lâflar da ediyor Distler...
Çok kızdım, çok...
Daha önce (2006) New York Times’da çıkan bir değerlendirmeyi takdirle okuduğum için, müzik eleştirmenlerinin kırıcı ve kıyıcı sözlerden uzak durduğunu sanıyordum. Bernard Holland, NYT’da, Fazıl Say’ın Bach’ı seslendirmesinden söz ederken, “Bazılarımız ağızdan çıkan seslere, vücut çalımlarına, yüzün şekilden şekle girmesine itiraz edebilir, ama onlar da paketin içinde yer alıyor” diyordu kibarca...
Kusura bakmasınlar, ama eleştirmenlerin tavırlarından hoşlanmadım... Halbuki Hıncal Uluç çok beğeniyor kendisini...
Bol ödüllü, ülkesinde ‘lâiklik’ mücadelesi veren, bu uğurda mahkeme önüne çıkan birine bu yapılır mı?