Üç yüze yakın kız çocuğunu kaçırıp “köle” olarak satmaya kalkmasıyla bir kez daha gündeme gelen Nijeryalı Boko Haram, nev-i şahsına münhasır bir yapı değil. Somali’deki El-Şebab örgütünün de benzer bir tedhiş stratejisi var. Bu gibi yerel örgütlerin ötesinde daha küresel bir mücadele yürüten El Kaide’nin de sayısız terör eylemine imza attığı herkesin malumu.
İşte bu tabloya bakan bazı Batılılar, ucu “İslamofobi”ye çıkan bir çıkarım yapıyor. “Bu kadar İslam referanslı terör örgütü çıktığına göre” diyorlar, “İslam’da teröre kapı açan sorunlu bir yön olmalı.” Buna mukabil, Hıristiyanların hep hayır işlediğini, sevgi mesajı verdiğini, bunun da iki din arasındaki özsel farkı gösterdiğini ileri sürüyorlar.
Ancak bu argümanda bir haksızlık var: Kıyaslanan, Ortadoğu ve Afrika Müslümanları ile Batı Hıristiyanları. İkinciler, büyük deneme-yanılmalarla yüzyıllar içinde oluşmuş liberal bir dünyanın içinde yaşıyor, düşünüyor ve hareket ediyor. İnsan haklarıyla, demokrasiyle, çoğulculukla uzlaşmış bir Hıristiyanlık anlayışı taşıyorlar yani. (O durumda dahi militan evanjelizm gibi problemli versiyonlar ortaya çıkıyor.)
Buna karşılık, Ortadoğu ve Afrika gibi coğrafyalara baktığımızda, buralardaki kimi Hıristiyan toplumlarda da Batı’nın İslam’a mal ettiği problemlere rastlayabiliyorsunuz. “Kadın sünneti”, örneğin, sadece Mısırlı veya Somalili Müslümanlar değil, Etiyopyalı Hıristiyanlar arasında da rastlanan bir fecaat. “Ataerkil kültür” deseniz, hakeza. (Hatta “basın özgürlüğü” deseniz, o da hakeza: Pek kimsenin dikkatini çekmedi, ama Freedom House’un çok tartışılan son raporunda Hıristiyan Ermenistan’ın notu Türkiye’ninkinden daha düşük idi.)
Konu “terör” olduğunda da Boko Haram’ın Hıristiyan versiyonları olduğunu tespit etmek gerek. Ama Batı’da değil, tahmin edilebileceği gibi aynı coğrafyada: Orta Afrika’da.
Lord’s Resistance Army
Bunu görmek için Boko Haram’ın yurdu Nijerya’dan doğuya doğru gidip Uganda’ya bakmanız lazım. Bu ülkede, 80’lerin sonundan bu yana merkezi hükümetle savaşan koyu Hıristiyan bir örgüt var. İsmi, “Rabbin Direniş Ordusu” (Lord’s Resistance Army). Uyguladığı vahşet ise Boko Haram’ınkini aratır cinsten.
Söz konusu “ordu”nun (LRA) lideri, Joseph Kony adlı fundamentalist bir Hıristiyan. Kutsal Kitab’ın tüm emirlerini lafzi olarak anlıyor, “cadıların yakılması” ve günahkarların insan eliyle cezalandırılması gerektiğine inanıyor. Asker sayısı bir ara yüz bine kadar çıkan ordusunun en önemli kaynağı çocuklar. Bu çocuklar ailelerinden kaçırılıyor, sonra dövüp-sövülerek, bazen işkence edilerek “eğitiliyor.”
Kony’nin kız çocuklarına özel ilgisi olduğu, onlardan kendine “harem” kurduğu da biliniyor.
Bu rezil LRA örgütü ile Boko Haram arasındaki benzerliği vurgulayan Afrika uzmanı ABD’li akademisyen Juan Cole, her iki grubun da kendi dinlerindeki ana akım otoriteler tarafından kınandığını belirtiyor. Ama yine de her iki grubun dini söylem kullandığını hatırlatıyor.
Bu tabloya bakıp, “ah, ah, hep bu dinler yüzünden oluyor bu vahşetler” diyen seküleristler olabilir. Onlara da, Boko Haram’ı veya LRA’yı yüz kere gölgede bırakmış komünist Kızıl Khmerler gibi seküler vahşet örneklerini hatırlatmak lazım.
Aslında tüm bu farklı örneklerden çıkarmamız gereken sonuç, problemin “din”den çok “sosyoloji”yle ilgili olduğu. Demokrasi, hürriyet, çoğulculuk, piyasa geleneği olmayan haşin coğrafyalardan çok haşin siyasi hareketler çıkıyor.
İslam dünyasından da çıkıyor haliyle. Ne bunları İslam’a mâl ettirip İslamofobi’ye prim vermek, ne de “Batı komplosu” diye geçiştirmek lazım. Gereken, bir yandan İslam’ın erdemlerini vurgulamak, bir yandan da bu sosyolojiyi nasıl düzelteceğimize kafa yormak.