Türkiye gücünün sınırlarını zorladıkça yeni kıtalara, yeni ülkelere ilgi duymaya başlıyor. Bugüne kadar uzaklığı nedeniyle görüş alanımıza pek girmeyen Latin Amerika ülkeleri ile sıcak münasebetler kuruyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir haftalık Kolombiya, Küba, Meksika ziyareti, uzakları yakın edecek dostluk bağlarını güçlendiren adımlardan biri.
13 saatlik yorucu bir seyahatle, okyanus ve kıta ötesi bir menzile ve bambaşka bir iklime geçiş yapıyoruz. Buralarda mevsim sonbahar. İklimleri birbirinden ayıran en bariz fark ise sıcaklık değil az yağışlı mı çok yağışlı mı olduğu. Sıcak kanlı insanlar Latinler. Türklere sempati duyuyorlar. Özellikle de İslam’a...
Kolombiya, Arjantin, Brezilya... buralarda insanlar kitlesel olarak İslam’a geçiyor. İslamofobi buralara pek uğramamış gibi. IŞİD gibi melanetler de selam dini İslam’ın imajına zarar verememiş. Bu sermaye çok önemli. Türkiye’nin bu vasatı iyi değerlendirmesi ve İslam’ın en güzel temsilinin buralarda çoğalmasına vesile olması gerekir diye düşünüyorum.
İran’ın okyanus aşırı menzillere bile Şii temelli İslam’ı ihraç etmek üzerine bina ettiği dış politikası bilinmeyen bir husus değil. Keza Suudi Arabistan’ın da Vahabilik ihraç etttiği... Bu reel durum karşısında Türkiye’nin Batı’daki İslami uyanışın takipçisi olmasını karşıt bir misyonerlik olarak yaftalamak yanlış olur. Türkiye, Müslümanlığı ile hem İslam’ın nezahatini temsil etmek gibi önemli bir sorunluluğa sahip hem de İslam dünyasının düştüğü düşürüldüğü duruma yüksek sesle itiraz eden bir ülke olmaya devam etmek zorunda.
Bunu kendine bölgesel hamilik rolü biçmek ya da bu gücünü tahkim etmek için değil Müslüman halkların menfaatlerini gözetmek Müslüman yöneticilerin boynunun borcu olduğu için yapmalıdır.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan tam da bu hassasiyetinden dolayı toplumun kahir ekseriyeti tarafından çok sevildi. Ve tam da bu yüzden yine toplumun bir kesiminin kin beslediği bir figür oldu. Kutuplaşma dediğimiz hadisenin cocukluğuna inin, bunu göreceksiniz.
Başbakan Ahmet Davutoğlu gerek danışmanlığı gerekse Dışişleri Bakanlığı döneminde bu sorumluluk bilincinin realize edilmesinde baş rol oynadı. Ümmetin akan kanı karşısında gözleri yaşardığı için, ümmet adına “dünya beşten büyüktür” diyebildikleri için millet onları sevdi...
Gülen’in gözünü İsrail’in verdiği kayıplar yaşartırken Erdoğan ve Davutoğlu mazluma kimliği sorulmaz yaklaşımı ile hareket ettiler ve 11. yüzyılda İslam coğrafyasına musallat olan Haçlı çapulcuları karşısında sinen, kendi derdine düşen Müslüman Emirleri taklit eden günümüz devletlularından farklı olarak Selahaddin Eyyübi gibi, Kılıç Arslan gibi, Danışmend gibi toparlayıcı oldular. Birlik olmaya, güçleri birleştirmeye çağrı yaptılar.
Bu mücadelenin önemli neferlerinden biri de Hakan Fidan oldu kuşkusuz.
Hakan Fidan’ın istifası ile başlayan tartışmayı, aklımın bir köşesinde bunlar varken izliyorum. Du bakalım, diyorum; okyanuslar aşıp sığ sularda boğulmaya, bu milleti boğmaya kimsenin hakkı yok. Bize bugün çok sert gelen bir tartışmanın yarın nasıl bir şekil alacağını bilmiyoruz ama o şekle olumsuz bir katkımız da olmamalı.
Hele bunu “bir Erdoğan-Davutoğlu krizi” şeklinde okumak ise büsbütün yanlış.
Fidan’ın istifa etmesinin bu kadar ses getirmesinin asıl sebebi, onun MİT’in başında olduğu bir Türkiye’nin bizler için gurur verici Türkiye’nin düşmanları için ise çok can sıkıcı olmasıydı.