"Kişi sevdiğiyle beraberdir!" hadisi olmasa Celal Şengör denen adamı nerdeyse seveceğiz. Tarih duvarında muhkem bir taş olarak çarpıştığımız muarızımızın yekpare muarız olmasını seviyoruz çünkü. Bunun için kendisine teşekkür ediyoruz.
Ne idüğü belli, şerri açık, zaafları açık dolayısıyla kendisini tehlike olarak saymıyoruz. Tipik bir davranış sergileyerek, "benim bir namus kavramım yok!" demiş olmakla muarız olduğunu belirtmiş sadece.
Ne güzel demiş; "namus kavramını reddediyorum!" baş tacı böyle bir muarız.
Gelelim mütecanis dostu İlber Ortaylı'ya.
Kamera arkasında Celal Şengör'le İlber Ortaylı'nın fotokopi çoğaltımı olduğunu düşünüyoruz.
Fakat İlber Ortaylı kamera önünde farklı.
2019 seçimlerinde Binali Yıldırım'la yaptığı YouTube programlarını hatırlayalım.
Sopa yemeye alışmış bizim milletimize her zaman şımarık fiskeler vurarak aristokrasisini sefil güruha yedirmiş bir adamdır İlber Ortaylı.
Herhangi bir konuda bir alim tavrı göstermekten ziyade hafif meşrep medya ihtiyaçlarına karşılık gelebilme maharetiyle kendini yeniçeri zanneden bizimkilere bile tarzını yedirdi!
Yalnız İlber Hoca için bir kadim ilkenin önünde sonunda kendisini yakalayacağını düşünüyoruz. Şımarık fiskelerle püskürttüğü, üstünlük kurduğu kitleye olduğu gibi müzahir olacağı kanaatindeyiz.
Kavanozdaki ne ise dışarı sızan o değil. Ancak biz bu kavanozun çatlayacağını düşünüyoruz.
Bize dönelim, gayet uzun bir iktidar döneminden sonra bile Osmanlı üzerine vukufiyetle konuşacak bir akademisyeni yoksa bu camianın ve hala medya İlber Ortaylı peşinde dolanıyorsa kalıbımıza beraber tükürelim.
Ahali; duvara çarptık uyanmadık, ayağımız tökezledi uyanmadık, halkın fiskesini yedik uyanmadık; uyanmamız için daha ne olsun. Allah başımıza taş mı yağdırsın, yerden ateş mi fışkırtsın, yıldırımlar gövdemizi mi yarsın?
Durduğumuz yer açısından İlber Ortaylı'nın bu millete Osmanlı anlatıyor duruşunu ancak ve ancak Bekri Mustafa fıkrasıyla açıklayabiliriz: İlber Ortaylı musalladaki ruhumuza seslenmektedir; "gidin öte tarafta deyin ki; dağ gibi Osmanlıları torunlarınıza ve dahi dünyaya ben anlatıyorum!"
Ruhumuz, kafeslerde muazzep!
Bir güzellik olsa ve Emirgan'a hapsetsek de Osmanlının O'sunu boynuna taksak, estetik bir ceza versek.
Asırlık meselemiz olan Ayasofya için zafer duygusu bile yaşamımızı istemiyor.
Tamam, bizim organik tutumumuz açısından yerimiz Sultanahmet'tir, Süleymaniye'dir ama hocanın derdi başka olsa gerek!
Şeytanın sağdan yaklaşması gibi ızdırabını çektiğimiz Ayasofya tutsaklığının, milli ideallerimiz, milli ruhumuz için esaretimiz olduğunu bilmektedir aslında.
Zira bilir ki zincirli olan mücahit ruhumuzdu bizim.
Sosyal psikoloji açısından Ayasofya'nın sembolizmini bilmediğini düşünemeyiz.
Misafirleri neden İlber Ortaylı ağırlamaktadır? Ya da yerel seçim üstünlüğünü aldı diye Kültür Bakanlığının sorumluluğunda olan ceddimize ait bir sarayın mihmandarlığı bir belediye başkanı nezaretine mi veriliyor artık?
Bizim yabancı devlet adamlarına eşlik ederek kadife eldivenlerimizin içerisindeki çelik ruhumuzu estetik bir üslupla fark ettirecek bilinçte, tavırda bir uzmanımız yok mudur?
Neden gevrek gevrek kıkırdaşanlar bu kadar ön planda?
Bir öneride bulunalım.
Alman ya da İtalya başkanı gibi yabancı bir devlet adamı misafir geldiğinde, bir kız bir erkek, iki İHL öğrencimiz eşlik etsinler ve bizim tarihimizi aşk ile onlar anlatsınlar, sonucu birlikte görelim.
Bunu hem Milli Eğitim hem Kültür bakanlığına hem de İletişim başkanlığına teklif ediyoruz.
En temiz haliyle kutlu ceddimize mütenasip, müteyakkız ruh halen yaşıyorsa bizim çocuklarda yaşıyor!
Beraber izleyelim.
Başa dönelim; bu İlber hocada bir arıza var fakat bilemiyoruz nedir?
Adamımız sensin Şengör!
Bizi ancak sen kurtarırsın İlber Ortaylı'dan!