Türkiye tarihinin dönüm noktalarından olan iki önemli olayı eş zamanlı olarak andı. Birinde savaş, kahramanlık, dostluk ve acı vardı. Diğerinde ise hüzün. Birinde devlet töreni gerçekleşti, diğerine ilk kez devlet katıldı. Birinde anıtlara çelenkler kondu, diğerinde çelenk konacak anıt yoktu. Keşke biri diğeriyle bağlantılı iki olayı eşit şartlarda anabilseydik, keşke diğeri için de altına çelenk koyabileceğimiz anıtlarımız olsaydı.
Bana öyle geliyor ki bundan sonra olacak. 1915’de Türkiye Ermenilerinin yaşadığı trajedinin hukuki tanımı ne olursa onlar için de anıtlar yapılacak. Son bir kaç yıldır yaşadığımız değişim, 1915 trajedisinin tescili yolunda atılan adımlar ve özellikle de geçtiğimiz yıldan bu yana bakanların, başbakanların, cumhurbaşkanlarının yaptığı açıklamalar umut verici.
Umarım başta CHP olmak üzere muhalefet partileri de HDP’nin açtığı yoldan gider, Türkiye’nin değişimine, sorununu anlamasına yardımcı olurlar. Sivil toplum örgütleri, tarihçiler, hukukçular 1915’de ne oldu sorusunu tartışmayı sürdürürler, Türkiye’nin tarihinin karanlık sayfaları da yazılır, konuşulur. Arşivler başkalarının ne yaptığından, ne dediğinden bağımsız olarak sonuna kadar açılır.
***
Biliyorum değişmek kolay değil. Yılların önyargılarından, şartlanmışlığından kurtulmak, özellikle de bunu dışarıdan baskı geliyorken yapmak zor. Ancak Türkiye zoru bu yıl başardı. Bir yandan dışarıya karşı diplomatik mücadele verirken, diğer yandan da taziye mesajları yayınladı, Ermeni Patrikhanesi’nde düzenlenen törene bakan düzeyinde katılım sağladı.
Ben de pek çokları gibi siyasi üslubun daha tutarlı olmasını, Erivan’daki törene de bu yıl bir bakanımızın katılmasını isterdim. 2009’da imzalanan protokollerin hayata geçmesini, bölgedeki sorunlara rağmen Ermenistan ile Türkiye arasındaki resmi ilişkilerin normalleşmesini arzu ederdim. Ama bardağın boş olmasındansa yarısının dolu olması iyidir. Hiç olmazsa yarısının daha dolma şansı var.
Unutmayalım ki sadece 11 yıl önce Sabiha Gökçen’in Ermeni olabileceğini yazması yüzünden Hrant Dink Hürriyet’in manşetine taşınmış, Genelkurmay açıklamasıyla uyarılmış, Valiliğe çağrılmış, ardında da Türkiye basınının hedef tahtasına oturtulmuş, cinayetine giden yol herkesin gayretiyle açılmıştı. Çünkü Türkiye bir kahramanının Ermeni olabileceği gerçeğiyle baş edememişti.
Bugün Türkiye’de olanlar bundan beş yıl önce dahi hayal edilemezdi. Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın taziye mesajı ileteceği, bir bakanının Patrikhane’deki törene katılacağı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsünün Al Jazeera’ya “Ermenilerin büyük acılar yaşadığı inkar edilmez bir gerçek” dediği yazılar yazacağı düşünülemezdi. Etyen Mahcupyan’ın bir başbakana başdanışman olacağı ve soykırım olmuştur diyebileceği aklımızın ucundan dahi geçemezdi.
***
Artık iktidara talip üç partinin listelerinde Ermeni milletvekili adayları var. Geçtiğimiz yıldan bu yana bir düzineden fazla Ermeni kilisesinin restore edildiği söyleniyor. Anadolu Kültür Vakfı, Hrant Dink Vakfı, DurDe Platformu, üniversiteler, düşünce kuruluşları, gazeteler, televizyonlar ve daha birçok kurum yakın zamana kadar tabu olan konularda etkinlikler düzenliyor, yayınlar yapıyor.
Doğrudur, bardağın boş olan kısmının dolması, Türkiye’nin tarihiyle barışması, bir zamanlar suç işlemiş dedelerinin ille de kendisini temsil etmediğini anlaması, dünyaya da ne demek istediğini anlatabilmesi için daha yapması gereken çok şey var. Bunların en başında da ifade özgürlüğünün korunması, sınırlamalarınsa kalkması geliyor.
Türkiye “adil hafıza” kavramının içini doldurmak, başkalarından çok kendi hafızasını adil hale getirmek için de çalışmak zorunda. Hiçbir etiketten korkmadan tarih kadar hukuku tartışmamız, soykırım suçunun kolektif değil bireysel olduğunu anlamamız şart. Başka şeyler de var ama bize asıl bir anıt gerekiyor. Tıpkı Gelibolu’dakiler gibi. Her yıl 24 Nisan’da önüne gidip çelenk koyabilmek, ölen insanları anabilmek için...