Hafta başında Diyarbakır’da iki gün geçirdik. Fadime Özkan’la birlikte yoğun bir mesai yaptık. Kuşkusuz öncelikle gazeteci şapkasıyla çaldık tüm kapıları ama bir süre sonra fark ettik ki Çözüm Süreci’nin buzdolabından çıkartılıp buzlarının çözülmeye bırakıldığı aşamada çorbada tuz sayılabilecek bir anlamı var, alçak iskemlelere oturulup yapılan her muhabbetin, sabırla dinlemenin...
Gerçekleştirdiğimiz görüşmeleri önümüzdeki günlerde sizinle paylaşmaya çalışacağız. Ama bugün bende kalan duyguyu aktarmak istiyorum sizlere.
O duygu, sorunlarımızın çözümünde belki de ipucu olabilecek en değerli şeydir. Belki de esas mesele budur. Kilidi açacak doğru anahtardır o duygu.
İçinde gözyaşı var, sitem var o duygunun...
Ama hepsini sağaltabilecek, asla unutulamayacak dediğimiz acılara merhem olabilecek kadar güçlü olan ise birbirinden vazgeçmeme isteği ve iradesi...
Acılarını kine dönüştürmemeyi başarabilmiş ergin insanların iyileştirici duygularıyla ele almak durumundayız meseleleri. Sadece hoşumuza giden şeyleri dinlemekten vazgeçmeliyiz, bir kere de filtresiz dinleyebilmeliyiz insanları. Birlikte ağlayabilmeliyiz ki birlikte gülebilelim.
Bundan böyle Kürtlerin sorunlarıyla ilgili her ne yapılacaksa evvela akılda tutulması gereken budur; biz bin yıldır aynı coğrafyada yaşamış halklarız. Bugüne kadar birbirimizden vazgeçmedik, bundan sonra da vazgeçmeyeceğiz.
O halde sorunlarımızı konuşurken de çözüm yolu ararken de önce ve her şeyden daha önemli olarak; Allah’ın yaratmasıyla bizleri birbirimizden farklılaştıran özelliklerimizin bizlerin süsü olduğunu ve onlarla ilgili hiçbir sınırlamanın kabul edilemez olduğunu bileceğiz.
Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına reva görmenin Allah’ın hiç hoşuna gitmediğini, kibrin ise şeytanın en sevdiği özellik olduğunu unutmayacağız.
Türkiye Türkmen’in, Laz’ın, Çerkez’in ne kadar devletiyse Kürtlerin de o kadar devletidir. Bu topraklarda kaç yüz yıldır yaşadığımızı yarıştırmak ise tarih şuurundan ve gelecek ufkundan bihaber olmaktır.
Bunu en derinden hissetmeden bir arpa boyu yol almak mümkün değil. Bütün hakları garanti altına alsanız da ezilmiş bir halkın psikolojisini dikkate almadığınızda o haklar kaynaşmanıza değil hasımlaşmamıza zemin olabilir.
Bunu böyle bildikten sonra kolları yeniden sıvamak durumundayız. Hiçbir şey için henüz geç değil. PKK’nın mezaliminden devletin şefkatine sığınış bir toplum var. Kürtler, PKK’ya karşı devletten koruma beklerken belki de ilk kez devletin zulmetmediğinden, zulmetmeyeceğinden eminler.
Duvarlara yazılar yazılarla ilgili başlatılan soruşturmalar, PKK’lı teröristlerin ölü bedenleri üzerinde kötü muamelenin kabul edilemez olduğuna dair devletin en yetkili ağızlarından yapılan açıklamalar eski ve yeni Türkiye’nin farkı olarak okunuyor.
Sokağa çıkma yasağının halkı mağdur ettiği doğru ama halk, asıl mağduriyetin sokaklara hendek kazan, o hendeklere patlayıcı yerleştiren, evleri geçiş koridoruna dönüştüren, mahalleliye kimlik kontrolü yapan, camileri, kiliseleri karargaha çeviren PKK/YDG-H tarafından yaşatıldığını düşünüyor.
Hendeklere tepkilerini, HDP’li vekillere, belediye yetkililerine de iletiyorlar ancak aldıkları cevap; “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok.”
HDP oy istediği halkı PKK’nın zulmüne terk etmiş durumda. Halka sahip çıkan ise devlet şu anda.
Sorunun büyük kısmı artık duygularla ve üslupla ilgili. Yeni dönemin hakim dili, “bizden vazgeçmeyin” sözüne karşılık gelecek naiflikte olmalı.
“Siz de bizden vazgeçmeyiz” diyebilecek kadar eşit hizadan konuşabilmeliyiz.