1453’te... Yani 561 yıl önce. İstanbul fethedildiğinde... Bizans yıkıldığında ve İstanbul bir İslam devletinin payitahtı haline geldiğinde.
Başka hiçbir Hıristiyan mabedine dokunulmadığı halde, orası “Fetih sembolü” olarak cami haline getirilmişti.
482 yıl cami olarak kaldı.
İstanbul işgal edildiğinde bile cami olmaktan çıkarılmadı.
1935 yılında müze yapılması söz konusu olduğunda bile tamamının müze olması değil, bir bölümünün müze olması, geriye kalan alanda ibadet edilebilmesi öngörülmüştü.
Ama ne olduysa oldu, “müze hüviyeti” içinde “cami olmaktan çıkarılması” sanki laik Cumhuriyet Türkiyesi’nin Hıristiyan Batı dünyası ile iyi ilişkiler kurabilmesi adına sunulmuş pey akçesi haline getirildi ve o gün bu gündür ibadete kapalı. Ve ibadete açmak, laik Cumhuriyet’ten ödün vermek ve Batı ile ilişkilerin gerginleşmesini göze almak gibi bir mahiyet kazandı.
Orası Ayasofya.
İbadete açılması toplumun yüreğindeki sancı ve hala ülkenin çözemediği bir problem.
Hıristiyan - Yahudi alemi ile “Diyalog” öncelikli bir ilişki kuran Gülen Camiası, “Ayasofya İbadete Açılsın” şeklinde bir kampanya başlatınca, işin önemli bir boyutu HIristiyan dünya ile ilgili olduğu için tabii olarak dikkat çekti. Şaşırtıcı bulundu, anlamlandırmakta zorlanıldı, zamanlamasının mahiyeti çözümlenemedi vs. ama dikkat çekici olduğunda herkes hemfikir oldu.
Bu arada, “Camia, bundan sonra Hıristiyan dünya ile nasıl bir “Diyalog” kurmayı amaçlıyor?” sorusu gündeme geldi.
Dünkü yazımın sonuna bir not olarak koydum. Eski milletvekillerimizden Recep Kırış Bey’in hatırlatmaları oldu. Sonra yeniden konuştum Recep Bey ile. İlave olarak dedi ki:
“Camia, madem “Ayasofya açılsın” gibi bir kampanya başlattı, bunu geliştirmek adına, Patrik ile, Papa ile görüşmeler yapılmalı, etkin Avrupa - Amerika medyasına tam sayfa ilanlar verilmeli, Batı’daki lobilerle temas kurulmalı, TÜSİAD vs gibi kuruluşlar bu kampanyaya sahip çıkmalı, ve “İbadete açılma” talebi karşısında ortaya çıkabilecek tepkiler önlenmeli.”
Bunlar da ilginç tavsiyeler.
Kampanya şu anda ne durumda bilemiyorum. Dün Camia medyasında bir suskunluk vardı. Acaba Camia’nın duyargaları, Batı’dan ne tür geri - bildirimler aldı, diye düşünürken Gazeteciler Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil, Ayasofya için açılmış bir kampanyalarının bulunmadığını açıkladı. İlginç. Acaba Twitter kampanyası nasıl oluştu, Bugün onu nasıl haber yaptı ve şimdi kampanya nasıl yok oldu, bunun ardında “Batı’dan gelecek tepki” hesabı var mı, ilginç.
Dün, Ertuğrul Özkök, Batı dünyasında ortaya çıkabilecek muhtemel tepkiyi “İçerden bir Batıcı” olarak en net biçimde verdi. Başlıktaki “Bizans dili” ifadem, Özkök’ün yazısına yansıyan dil için. Yazının başlığı “Hocam, bu söylentiler doğru mu!?” şeklinde.“Hocam” dediği kişi Fethullah Gülen.
“Onlar cevap vermeden fikrimi söyleyeyim” demiş ve döşenmiş:
“Doğruysa, Cemaat’e hiç yakışmıyor...
Doğruysa, bugüne kadar uluslararası planda verdikleri bütün diyalog, karşılıklı anlayış mesajları basit bir ikiyüzlülükten ibaretmiş diyeceğim.
Diyeceğim ki, demek ki, bütün o hoşgörü, inançlara saygı vs. bir riyaymış.
Bu mudur Allah aşkına 21’inci yüzyılın Türkiye’sinin meselesi.
Bütün dünyaya din, ırk, kültür farkı gözetmeden ışık götürmeye çalışan koskoca bir ‘Hizmet’ hareketinin vizyonu bu mu olmalıydı...”
Hizmet hareketine bu giydirmeyi yaptıktan sonra hızını alamamış, ruhundan hiç “İstanbul’un fethi” geçmemişçesine “gözünü Hıristiyan âleminin sembolik bir mabedine dikmişsin, ille de ibadete açacaksın... Seksen bin caminin ortasında bir Hıristiyan mabedi mi batıyor size yahu!?... Ayıp... Ayıp...” cümlelerini kurmuş.
Bizans dili, diyorum ben bu dile, evet.
482 yıl cami olduktan sonra bile, Ayasofya’yı bir “Hıristiyan mabedi” olarak görmeye devam eden bir dil başka nasıl tanımlanabilir ki?
Mesela bu dil, “482 yıl sonra bir caminin neden müze haline getirildiğini, bunun Hıristiyan alemi için ne anlam taşıdığını, Fetih açısından ne anlam taşıdığını” neden sorgulamaz? Bu dil, neden yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede bu operasyonun nasıl karşılanacağına, Hıristiyan aleminin duygularını önemsediği kadar önem vermez?
Ve kendi kelimeleri ile sorayım, cami niteliğindeki bir Ayasofya, neden Ertuğrul Özök’e “batar”?
Ayasofya’nın cami haline getirilmesinin Bizans’a battığı, tarihi bir gerçeklik. İçimizdekilere neden batar? Doğrusu bu soruyu cevaplandıramıyorum.