Türkler, yabancıların, özellikle de Batılı yabancıların, kendilerine dâir fikirlerine fevkalâde büyük önem atfediyorlarmış.
Bunu, Batılı bir araştırma kurumunun muhtelif milletler hakkında yapdığı bir incelemeden öğreniyormuşuz.
Haber evvelki gün bâzı basın organlarında yer aldı.
Bu incelemeyi Batılı bir araştırma kurumu yapdığına nazaran muhakkak ki fevkalâde önemlidir.
Ne mutlu bizlere ki Batılı bir araştırma kurumu, gâlibâ bir Kanada firması, bu incelemeyi yapmış da bizler de kendimiz hakkında câhil kalmakdan kurtulmuşuz.
Buraya bir mim koydukdan sonra şimdi lütfen şu habere de bir göz atmanızı ricâ ediyorum:
Başlık “On Bin Yaşındaki Çayönü’nün Sırrı Çözülüyor!”
Haberin başı ise şöyle:
“Chicago (AP) - Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü Köyü’nde Türk, Amerikan ve Alman uzmanlarının 22 yıl süren araştırmaları sonucu ortaya çıkarılan dünyânın en eski yerleşme yerinde yaşayanların mükemmel mîmârî bilgiye sâhib oldukları....”
Bu haber 6 Hazîran 1985 târihli “Tercüman”da yayınlanmış.
Ben de aynı gün şöyle yorumlamışım:
“Diyarbakır’la ilgili bir haberi Chicago kaynağından öğrendiğimize göre Ankara’yla ilgili birtakım haberleri de Washington kaynağından öğrenmemize şaşmamak gerekir.
Tabii burnundan kıl aldırmayan ve yerli yersiz durmaksızın ne kadar büyük bir ‘ilerleme özlemi’ içinde bulunduğumuzu tekrarlamakdan âdetâ marazî bir zevk alan neûzübilah bâzı basın organlarımızın, bu tür haberleri, sanki çok olağanmış gibi, alıp kullanmasına da şaşmamak gerekir.
Çünki onlar, Şarkî Karahisar Belediye Encümen, üyesi Bilmemkim Efendi’nin dâireye kravatsız gelip gelmediği husûsunda “kamuoyu”nu aydınlatmakla meşgûldirler.
Yâhut da “adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili”den menkûl dedikoduları üretmek ve yaymakla (...böyle giderse batarız demiş ve şöyle devâm etmişdir ‘Çok yazık oluyor memlekete... Çooook, çokkk!’)
Böyle ‘önemli’ ifşaat dururken en kendimizle ilgili gelişmelerin bile yabancı kaynaklar merceğinden geçerek Türkiye’ye yansıması onları rahatsız etmez elbet.
Sonra da ‘Acabâ tirajımız yıllardır neden hep yerinde sayıyor, hattâ geriliyor?’ diye dövünüp dururlar.
Bu tiraj arttırma (arttırma!) konusunda Türk Basını’nın nasıl bir şaşkın ördek havası içinde olduğunu ortaya koyan ilginç bir gelişme vardı: Birkaç yıl önce (yâni 1985’den birkaç yıl önce, Y.A.) o sıralar kendilerine en büyük hasım belledikleri televizyonla mücâdele için yoğun bir reklam kampanyası başlatmışlardı. Akılları daha ötesine ermediği için de bunu yine hediye dağıtarak yapıyorlardı.
Hediye olarak dağıttıkları da neydi, biliyor musunuz?
Televizyon alıcıları!!!
(./.) Olacak iş değil ama farz-ı muhâl bugün (1985’de!, Y.A.) Başbakan Özal TRT ekranlarına çıkıp dese ki “Ey Hürriyet havârîleri! Ey sosyal demokratlar ve dîger bilcümle demokratlar! Gelin, elbirliğiyle mevcud bütün anti-demokratik yasaları en kısa zamanda değiştirelim; var mısınız?” bunlar kaçacak delik ararlar.
Böylesi daha kolay çünki!
Senin tarîkatin çömezleri or’da, benimkiler bur’da!
Ama yine de el altından biraz al takke ver külah; ye kürküm ye; gel keyfim gel; kekâ!!!
Bakalım Chicago’da daha ne sırlarımız çözülecek?”
Gazetelerdeki dış haberlere bakınız; eğer yabancı dil biliyorsanız göreceksiniz ki hemen tamâmına yakını, ondan bir gün önce Batı gazetelerinde yayınlanmış olanların tercümesidir!
Bunu, mesleğim adına utanarak söylüyorum ama durum aynen budur!
Oysa bir gazetenin önemli dış merkezlerde özel ve sürekli muhâbir bulundurması da öyle sanıldığı kadar masraflı bir iş değildir.
Anlaşılan problem, bundan 29 sene evvel ne idiyse bugün de aynı.
Ben artık o günleri nasıl olsa göremem ama zannedersem bundan 29 sene sonra ortalıkda dolaşacak olan gazeteci nesilleri için de bu mesele güncelliğini muhâfaza edecek.
Neyse, ben inip Arab Yusuf’un Meyhânesi’nde bir iki tek parlatayım.
Arkadaşlar da gelmişlerdir, bekletmeyeyim bâri...