Dünyanın en ünlü deprem uzmanlarının Japonya'da olduğu kabul edilir. Çünkü, Japonya uzun asırlardır, dünyada, en ünlü deprem coğrafyası olarak bilinir.. Ve onlardan bazıları, bize, 'Ülkemizde yaşanan bu son deprem felâketi'nin dünyada çok az rastlanacak örneklerden birisi olduğunu söylüyorlar.. Yunanistan'dan gelen bir 'deprem uzmanı' ise, hem depremin yıktığı alanın bütün bir Yunanistan'dan geniş olduğunu belirtmesiyle; hem de, 'harmonik çöküntü' diye ifade ettiği özel tarifiyle dikkati çekiyordu. 'Harmonik (ahenkli) çöküntü' dediği şeyi ise, şöyle anlatıyordu, özet olarak: '20-25 katlı, yan-yana apartmanlardan birisi yıkılmış, diğer ayakta.. Bu gibi örnekler çok.. Sanılmasın ki, bunların her birisinin inşaatında hata vardı, diğerinde yoktu; Hayır!.
Bu durum, deprem dalgalarının ahenkli hareketiyle birinin yıkılmasından, diğerinin yıkılmamasından kaynaklanıyor..'
*
Doğrusunu söylemek gerekirse, bizdeki tv. kanallarının pek çoğunun, 'bir haftalık yas ilânı' dolayısıyla, ibtal etmek zorunda kaldıkları bazı programlarının yerini doldurmak istercesine çağırdıkları 'deprem uzmanları'ndan, böyle bir izah veya teorik yaklaşım işitmedim. Bizdeki 'deprem uzmanları'nın pek çoğunun anlattıkları, neredeyse yıllardır anlatılan cinsinden, topluma korkular salmaya çalışırcasına, 'Şu tarihte şurada deprem olur..' gibi laflar.. Ki, bunları on yıllardır söyleyenleri dinleyip duruyoruz, her depremden sonra..
'Söyledikleri külliyen yanlıştır..' diyemeyiz.. Çünkü, sismolojik araştırmalar yer altında ne gibi sıkıntılar olduğunun grafiklerini modern teknolojik imkânlarla veriyorlar.. Üstelik Anadolu da tarihin bilinen deprem kuşaklarına ve fay hatlarına sahib.. Bazı bilgisizler ve kasıdlı olarak, müslüman halkımızı aşağılamak isteyen yerli mankurtlar, 'Avrupa'da niye olmuyor deprem?' diye sorabiliyorlar ve bunu da Müslümanlığa bağlamaya çalışıyorlar..
Sefil bir mantık...
Bu sefil mantık sahiplerinin, Romanya başkenti Bükreş'te 1977'de meydana gelen deprem sırasında, o dönemin bizdeki ünlü solcu- marksist kalemşörlerinin sergiledikleri komik izahlarından da haberleri yoktur. Şöyle ki: Akşam saat 21.00 civarındaydı, İstanbul ciddî şekilde sarsılmıştı.. Saat 23.00 haberlerinde ise, Bükreş'te şiddetli bir deprem meydana geldiği açıklanıyordu.
Ama, Romanya tarafından 20 kişinin öldüğü açıklanmıştı. Yıkım da çok az idi, guyâ.. Ç. Altan, ve İ. Selçuk ve saire gibi kalemler, o haber üzerine ertesi sabahki yazılarını yenilemişler ve, 'İşte, dün gece İstanbul'u bile neredeyse yıkacak gibi sallayan büyük depremin merkezi Bükreş'teki durum.. Sosyalist idare böyle olur işte... Modern devlet yönetimi, binalar sağlam, yıkım ve insan kaybı, neredeyse yok gibi..vs' diye yazmışlardı..
Ama, sonradan anlaşılmıştı ki, durumun açıklanması için, o sırada Afrika ülkelerinde gezide olan Romanya'nın komünist lideri Çavuşesku'nun gelmesi beklenmişti. Çavuşesku, ertesi gün gezisini yarıda kesmiş, Bükreş'e dönmüş ve faciayı dünyaya duyurmuştu: Bükreş büyük çapta yıkılmıştı ve binlerce de ölü..
Bizdeki o günün ünlü marksist kalemleri, düştükleri güç durumu izah etmek gereği bile duymamışlardı.
Şimdi, bu mantığı, bu son depremi halkın Müslümanlığıyla ilgilendirmeye çalışanların sefilliğinde de görüyoruz.
*
Ama, bizdeki deprem uzmanlarından, sayıları çok az da olsa bazılarının, ölçülü konuştuklarının da belitmeliyim..
Düşününüz ki, birisi, 'Ben 50 yıldan beri İstanbul'da deprem olacağını duyarak büyüdüm.. Ama, henüz de deprem olmadı ve ne zaman olacağı da belirlenemez. Kesin olan, sadece şu ki, İstanbul da bir fay hattı üzerindedir.. Olabilir.. Ama, zamanını belirleyen bir yöntem yok dünyada.. ' diyordu.
Nicelerinin, toplumu korkulara yöneltmeyi hedef aldıkları anlaşılan iddialı sözleri nerede; bu kendi haddini bilen, ilminin vakaarına sahib kimselerin tavrı nerede?
*
Dün akşam Eyyûbsultan- Bahariye'de, 'İnsan ve Medeniyet Hareketi'nin aylık sohbetlerinden birinde, Prof. Mahmûd Kaya hoca'nın, Yûnus Emre'nin müthiş güzel şiirini, daha doğrusu , bir 'Yûnus nefesi'ni son deprem felâketiyle irtibatlandırarak okuması son derece son derece hoştu.
Anadolu'nun iç aydınlığının sembol isimlerinden Yûnus, 800 yıl öncelerde, Allah'u Teâlâ'ya, 'ârif' kişilerin 'isyansız ve de tam bir teslimiyet' içindeki yakınmalarını yansıtan 'nâz' makamındaki şiirinde şöyle sesleniyordu:
'Ey Pâdişâh-ı Lemyezel!
Zât-ı ebed, Hayy-ı ezel!
Ey lûtfu bol, kahrı güzel!
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hil'at-u , yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş..
Gelse celâlinden cefâ,
Yahut cemâlinden vefâ,
İkisi de câna, safâ;
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş..
Câna cefâ kıl, ya vefâ,
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş,
Ya derd gönder, ya devâ,
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Ger (eger), bağ-u, ger bustân ola.
Ger bend'u, ger, zindân ola,
Ger, vasl'u , ger hicrân ola,
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Ağlatırsın zârî- zârî,
Verirsen Cennet-u hûri,
Lâyık görür isen, nâr'i (ateşi)
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat, gerek öldür,
Âşık Yûnus, sana kuldur,
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş..
*
Bu gönül olgunluğuna, biz 'tek yüreğiz' derken; siyaseti entrika yapmak zannedenlerin bunu anlaması neredeyse imkânsızdır..
Bizim müslüman halkımız, asırların kahrına da, lûtfuna da, Allah karşısında imtihan edilmek şuûru ile bakar. Bu bir manevî direnç , metanet ve sabır da bahşeder, halkımıza.. Bu acıların potasında daha bir tek yürek oluyoruz. Başkaları da yüreğimize yumruk indirmeye çalışsalar da, inşaallah başarılı olamayacaklardır.