Verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz’ levhasını hatırlatan bir şeyler yazmak istiyorum zaman zaman. Sözü dolaştırmadan ifade edeyim. Türkiye’de kendisini muhafazakar, dindar ve benzeri zihin dünyasında tarif edenlerin önemli bir bölümü, zihin konforları bozulmasın diye olup bitene kulak tıkıyor. Sonuçta dünyayı değiştirmek yerine; kendisi, hem de razı olmadığı biçimde değişmek zorunda kalıyor.
Neredeyse olayların başından itibaren Suriye’yi ve bölge politikalarını konu alan yüzlerce yazı yazdım. Ayaklanma, rejimin geleceği, muhtemel bir değişimin bölgesel etkileri üzerine görüp bildiklerimi ve öngörülerimi paylaştım. Ancak ondan öte şunu söylemeye çalıştım. Suriye sorunu, tek başına bir iç sorun ya da bölgesel bir başlık değil; aksine küresel ölçekte bir değişim ve paylaşım kavgasının yansımasıdır.
Soğuk Savaş döneminin bittiği var sayılan tarih itibarıyla Rusya’nın herhangi bir konuda bu denli atak ve belirleyici rol oynadığına tanık olmamıştık. Suriye’nin nereye gideceği sorusuna cevap arayanların, böyle bir kavgada farklı yerlerde/kamplarda bulunması pek çoğumuzu yanılttı. Burada bir kamplaşma olduğunu düşününce, doğal olarak bunların ayrı tezleri olduğuna ve Suriye’de bunu gerçekleştirmeye çalıştıklarına ikna olduk.
Oysa, dünya tarihinin belki de en çatışmalı anlarının, aynı zamanda bir müzakere dönemi olduğuna dair basit gerçeği gözden kaçırdık. Soğuk Savaş’ın kendi içindeki ayrışmasının sahici olmadığını bilen küçük bir azınlık dışında, ciddi bir ayrışma olduğuna inanan herkes, bu defa Suriye örneğinde aynı yanlışa düştü. Ortada bir paslaşma, çözümü dolaylı olarak bir başka güç merkezine havale etme arayışı olduğunu görenler istisnaydı.
Bugün Rusya’nın Suriye konusundaki arayışların merkezinde oluşunu, birbirinden çok farklı dengelerin parçası olan İslam ülkelerine rahatlıkla ortak çağrıda bulunma cesaretini, hepsinden önemlisi bu sorunla ilgili sözüm ona karşı kampta bulunan büyük güçlerin onunla deyim yerindeyse ağzı kulaklarında fotoğraf kareleri vermesini hayretle izliyoruz.
Kuşkusuz sorunun sadece Moskova’ya terk edildiğini söylemiyorum. Ancak tarihin bu anında Rusya’nın adeta eski günlerini hatırlatan bir tarzda küresel rol oynamasını, bunun da özellikle Suriye üzerinden şekillenmesini daha yakından takip etmeyi ve anlamayı öneriyorum.
Güncelin kıskacı, olup biteni sakince anlamaya izin vermez. Muhtemelen bu durum karar vericiler için bir avantajdır. Ortalık toz duman gibi görünür, ama aslında müthiş bir pazarlık devam ediyordur. Çatıştığını düşündüğünüz taraflar, çözüm için ustaca paslaşma içindedir. Ayrı tezler değil, birbirini tamamlayan yaklaşımlar vardır.
Tekrar rahatsızlık verdiğim için özür dilerim, mümkünse ezberlerimize devam edelim! Ancak söylemeden geçemeyeceğim. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin Rusya ve parantezindeki güç dengesiyle şaşırtıcı düzeyde iyi ilişkileri olacağını, hatta Moskova yönetiminin İslam dünyasındaki pek çok sorunun çözümünde masada bulunacağını bir kenara not edelim.
Nitekim bu coğrafyanın devlet gibi devletlerinden birisi olan Türkiye, toz dumana ve kopartılan gürültüye rağmen, Rusya konusunda son derece dikkatli ve geleceğe bakan bir tarzda politika izledi. Bunu bozmaya yönelik girişimler olmadı mı? Elbette oldu. Yine olacak mı, hem de nasıl.
Yanlış anlaşılmasın diye de bir not daha düşeyim. Türkiye’nin Rusya’nın içinde bulunduğu bir bloğun üyesi olacağını değil, hareket alanının sanıldığından çok daha geniş olduğunu kastediyorum. Dahası, Sevgili Ömer Üründül’e nazire yaparcasına söyleyeyim. Artık dünya ‘bloklar arası ilişkiler’ üzerinden yola devam etmiyor.
Bunu anlamak zaman alacak.