Mescid-i Aksa’ya yönelik son İsrail saldırısı, işgal ve Camiyi bölme maksadı taşıyan, çirkin bir provokasyon... İsrail bunu daha evvel El-Halil’de ve Halilürrahman Camii’nde de denedi ve başarılı oldu. 1994 yılında Goldstein adlı gözü dönmüş bir fanatik sabah namazı kılan 50 müslümanı şehit etmişti. Ardından İsrail, güvenliği bahane ederek Mescid’e silahlı askerlerini yığmış, 21 Şubat 2010 tarihindeyse camiyi milli mirasolarak ilan etmişti. 2010’dan bu yana El-Halil (Habron) ve içinde Hz. İbrahim’in, Hz. İshak’ın ve Hz. Yakub’un eşleriyle birlikte medfun bulundukları Halilürrahman Cami ortadan ikiye bölünmüş haldedir... İsrail’in bu tavrı, dini mukadessata aykırı olduğu kadar Birleşmiş Milletler kararlarına da aykırıdır. Lakin tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu pervasız işgal, El-Halil’den sonra bugün Mescid-i Aksa’ya yönelmiştir...
1917’deki Balfour deklarasyonundan itibaren İngilizlerin koordinasyonuyla ilkin Yahudi nüfus yığınağı ile fiili olarak ve 2. Dünya Savaşı ardındansa devletleştirilen İsrail, 1967’den itibaren tüm Filistin topraklarında sürekli işgale dayalı vahşi bir politika izliyor...
Şimdiyse sıra Kudüs’te ve Mescid-i Aksa’da... Tarihi arkeolojik araştırmalar yaptığını iddia ederek altını oyduğu Mescid-i Aksa’da sebep olduğu çöküntülerin yanı sıra, güvenlik bahanesiyle sık sık kapattığı Cami’de sistemli bir yıldırma politikası izliyor... Hem kendi fanatikleri aracılığıyla Camiye ve namaz kılmaya gelen Müslümanlara bilinçli saldırılar tertip ediyor. Sonra da güvenlik yok diyerek güya askeri önlemler aracılığıyla işgalini adım adım tamamlıyor...
Uluslararası antlaşmalar çerçevesinde Müslümanlara ait olduğu halde Mescid-i Aksa’yı da tıpkı El-Halil’deki gibi bir, de-facto ile ikiye bölecek. Oysa ne Kudüs ne de Mescid-i Aksa İsrail’in değildir...
Her şey biz birbirimize düşüp birbirimize kıyarken gerçekleşiyor oysa... Mezhep savaşlarımız, etnik kavmiyetçi kavgalarımız, meşrep ve üslup farklılıklarımızdan doğan sert çatışmalarımız arasında gözlerimiz bağlanıyor... Ve Mescid-i Aksa bizler birbirimizi yiyip didişirken bir kıyamet manifestosu gibi sarsılıyor...
***
Her şey üst üste. Sanki kıyametin içinden geçiyoruz.
Şehit cenazelerimizin selaları yürekler yakarken... Saflar halinde diziliyoruz sancağa sarılmış gençlerimizin önünde... ‘’Helal Olsun’’ diye seslenirken, ‘’oğulveren’’ bir kovan gibiyiz.
Her şey üst üste. Sanki kıyametin içinden geçiyoruz.
Şimdilerde küsmüş, ama birbirlerine akraba dağların çocuklarıyız oysa hepimiz...
Bereketli güneşler altında yan yana uzanmış bağların, aynı denizlere dökülen nehirlerin çocuklarıyız. Aynı evin parlak pencerelerinden sarkan rengarenk çiçekleridir evlatlarımız...
Karlı gecelerde anlatılan kardeş masalların, ekinler biçilirken kalplerden taşan kardeş umutların... Sis bastığında kaybolmamak için söylenen kardeş şarkıların, kardeş korkuların da evladıyız...
İşte buradayız hepimiz.
Ölüm bizi alıncaya kadar işte buradayız...
***
Her şey üst üste. Sanki kıyametin içinden geçiyoruz.
Kıldan ince kılıçtan keskin bir sırat köprüsüdür şimdi, milyonlarca mülteciye, evimiz barkımız yurdumuz bizim. Kadere razı, yazıya kolay, isimleri yok-sayıları var, tam 2 milyon mülteci, henüz durmamış halen atar kalpleri. Hicrettir bu. Hicrandır. Sualdir, ev ve yurt sahiplerine sorulan...
Biraz Safa ile Merve arasında koşan Hacer Anamızdan...
Biraz Mekke’den Medine’ye varan Güller Padişahının hatırasından...
Yüce Allah’ın biz’i biz’liğimizle sınamasından...
Millet-i İbrahim olabilmenin gayretinden...
Yükselen, açık ve kısa bir sorudur şimdi Ümmetin Muhacirleri...
***
Her şey üst üste. Sanki kıyametin içinden geçiyoruz...
Biz birbirimize düştükçe düşüyor toprağa Mehmetler... Biz birbirimize düştükçe kesiliyor akraba dağların bilekleri. Şam, Halep, Diyarbekir kanıyor. Ve biz birbirimize düştükçe kırılıyor kalbi Aksa’nın...