Pandemiyle birlikte, söz konusu olan küresel sağlık güvenlik tedbirleri, biyoteknoloji ve etik bağlamındaki gerilimli sorunları ayyuka çıkarttı...
Tıbbın, ecza ve mühendislik bilimleriyle kol kola girişerek kurduğu "biyoteknoloji', günümüzde hızlı bir yükselişte. Ekonomi yazarlarına bakılırsa; dünyada silahlanmadan sonra en güçlü sanayileşme- sektörleşme, biyoteknolojiyle ilgili...
Biyoteknolojinin insan bedeni üzerinde gerçekleştirdiği radikal değişimler bir yandan alkış toplarken, bir yandan da toplum sosyolojisindeki karşılığı ve giderek politik ve yönetsel yansımaları ciddi kaygılara sebep olmakta... Ahlaki, hukuki ve politik kaygılar üzerinde hiç düşünmeden, bir sele kapılmış halde, sanki moda rüzgarıyla hareket edercesine, sorgusuz, sualsiz endişe verici bir akışın içindeyiz...
Beyin ölümü hadisesine nasıl bakıyoruz ve nasıl bakmalıyız ikileminde olduğu gibi. Ötenaziye bakış açımızı neye göre kuracağız mesela? İnsan klonlanabilir mi; klonlandığında gerçeği ile sureti arasında ilişki nasıl olacak? Üreme teknolojisindeki yeni gelişimlerin dini- ahlaki izdüşümleri konuşuluyor mu? İnsan organizmasının implant veya transfer yoluyla dönüştürülmesi konusu zımnen, faşizan manada "üstün ırk' gayesine hizmet edebilir mi? İnsanın genetik yapısıyla ilgili çalışmalar, sağlık amacı mı taşıyor yoksa ona yeniden ve kusursuz bir şekil vermeyi mi amaçlıyor? Sağlık nedir? Yaşlanmamak mı? Güçlü olmak mı? Ölmemek mi?
İnsanlık yaşadığı her değişime ilkin endişeyle, kaygıyla bakmıştır. Biyoteknolojik gelişimlerin sebep olduğu varoluşsal kaygıları gidermek adına, Avrupa'da ve özellikle Anglosakson hukukunda ciddi tartışmalar yapılıyor, felsefecilerin, hekimlerin, din bilginlerinin, psikologların bir araya gelerek yaptığı ahlaki ve etik kavramsallaştırmalar var... Bu tartışmalar henüz bizde yeni yankılanmaya başladı, ama bu durumu kritik eden yüksek lisans ve doktora, post doktora tezleri mevcut... Rahmetli Prof. Teoman Duralı'nın, Biyoloji Felsefesi de daha üst bir bakışla konuyla ilgili kült eserlerden.
2019 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı İslam Araştırmaları Merkezi'nin Prof. Raşit Küçük'ün başkanlığında ve İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı ile ortaklaşa gerçekleştirdiği "Tıbbi Konularda Fetva Verme Metodolojisi" konulu bir sempozyum düzenledi. Batıda ve İslam dünyasında biyoetik sorunların anlaşılmasında ve değerlendirilmesinde insan anlayışının önemi çerçevesinde, gündelik fıkıhla tıbbi etiği karşılaştıran, bazen bütünleştiren bazen ayrıştıran önemli sunumlar yapılmış, İran ve Endonezya pratiği de Türkiye'deki pratiklerle irdelenmiş...
Bunun sadece tıbbi veya dini bir konu olduğunu düşünmüyorum. Bu başta toplum mühendisliği başta, sosyolojik pek çok ciddi kırılmaları da tetikleyecek çok ciddi bir dönüşüm çünkü. Biyokteknolojinin hukuki yüzeyindeyse başka kırılmalar var: Sözgelimi yapay olarak laboratuvarda genetik özellikleri ile oynanarak sporcu nitelikleri arttırılmış̧ bir kişi ile "normal" yollardan doğmuş̧ bir kişinin yarışması halinde hukuki bir tartışma başlayacaktır. Aynı sorun zekâsı, dış görünüşü, gücü, gençliği gibi özellikleri, genetik müdahale sonucu arttırılmış "yeni" insanlar için de geçerlidir. Biyoteknoloji, siyasetin de ilgi sahasındadır, zira insan hayatı ve sağlığı aynı zamanda yönetsel içerikler taşıyor. Ajitatif şekliyle söylersek; "Bir toplum yaratmak' politikanın her zaman iştahını arttıracak bir söylem... Diğer önemli konu ise, biyoteknoloji ile ekonomi ilişkisi... Günümüzde ilaç sanayi, tıp hizmetleri ve gen çalışmaları büyük ekonomi yatırımları anlamını taşıyor. Bunların hepsinin ötesinde, "insan'a ve "insan onuru'na saygı duymamız gerekiyor... Zira beden ve ruh ayrılmaz bir bütündür. Bedene yapılacak her psikolojik, fiziksel ya da genetik müdahale onun bu bütünsel varoluşunu derinden etkileyecek güce sahiptir.
Hiçbir teknoloji, insanı araçsallaştıramaz. İster bilimsel tutku, isterse insanlığın gelişimi gibi erdem içerikli sebepler, adına ne derseniz deyin, insanı kobaylaştıramaz, deneyselleştiremez, velev ki insan bunu kendi için istesin, insan teknolojinin ham maddesi olamaz.