Üzüntümüzde de sevincimizde de ölçüyü tutturamıyoruz. Bir yanda üzüntüden kahrolurken bir yanda coşkudan kendimizden geçiyoruz.
Acısı yıllarca sürmesi beklenen felaketlerden birkaç ay sonra eğlencenin en alasını yaşamaya başlayabiliyoruz.
Sekiz ay önce dünya literatürüne girecek boyutta, öylesine büyük bir deprem yaşadık ki 11 şehrimiz ve milyonlarca insanımız bu felaketten etkilendi.
O günlerde her şeyimizle seferber olduk. İnsan gücünün yanında ayni ve nakdi yardımlar noktasında birbirimizle yarıştık.
Devlet yetkilisinden sanatçısına, fakirinden zenginine hepimizin kalbi depremzedeler için attı. Küçücük çocukların montların cebine çikolata koymasından tutun da ülkenin zenginlerinin milyar liralar bağışlamasına tanıklık ettik.
Olması gereken de buydu... Hatta daha fazlası olmalıydı. Ancak en önemlisi de bu ilginin süreklilik kazanması gerekliliğiydi.
Fakat biz depremin üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra her şeyi unutmaya ve normale dönmeye başladık. Oysa yaşanan felaketin yaralarını sarmak için yıllar bile yeterli değil.
İlk zamanlar hizmet ettiklerini göstermek için kavgaya tutuşan kurumlar ortadan kayboluverdiler.
Sosyal medya hesaplarından duyar kasan sanatçılar bir daha depremi ağızlarına almadılar.
Yaşanan felaket karşısında ülkenin kaynaklarının çoğu en azından bir yıl boyunca, depremzedeler sağlıklı ve güvenli yaşama imkanlarına kavuşuncaya kadar bu bölgeye aktarılsa yeriydi.
Hatta bir yıl boyunca genel yas ilan edilmesi bile çok olmazdı. Ancak biz yaşananları çok çabuk unuttuk ve eğlence dünyamıza geri döndük.
Belediyeler eğlenceler düzenleyip paralarını sanatçılara aktarma yarışına girdiler.
Bir zamanlar depremzedelere yardım kampanyalarında ekranlara çıkmak için birbiri ile yarışan ünlülerden "depremzede" kelimesini duymaz olduk. Dahası, ideolojik refleksle, "siz bu depremi hak ettiniz" diyen hadsizler bile oldu!
Üstelik ülkemizin yaşadığı sorunlar sadece depremle sınırlı değil. Daha bir hafta önce Çanakkale'de büyük bir yangın felaketi yaşadık. Binlerce dönüm ormanlık alan zarar gördü.
Ülkemizin değişik yerlerinde çıkan yangınlar yüreklerimizi yaktı.
Mülteciler ve onlara yönelik ırkçılık sorununun sonuçlarıyla her gün yüzleşiyoruz.
Gün geçmiyor ki masum insanlara yönelik saldırı haberleri almayalım.
Sokak hayvanlarının saldırıları sonucu korkunç şekilde ölenler var.
Yaralanan insanlar, travma geçiren çocuklar var.
Gazeteci İbrahim Karagül, Twitter hesabında merkeze Ümit Özdağ'ı koyarak dikkate değer bir yazı yazdı: "Çeteler oluşturulmuş. Sokakta tipini beğenmedikleri herkese saldırıyorlar.
Bir organize iş var. İşin siyasi yönü var, ırkçılık. İşin şiddet yönü var, sokak saldırıları. İşin örgütlenme yönü var, ülke genelinde çeteler oluşturulması."
Bizce işin bir de milli güvenlikle ilgili yönü var ki bu da göz önünde bulundurulmalı.
Bu sorunlar küçümsenecek, görmezden gelinecek şeyler değil. Devlet ve toplum olarak enerjimizi bu büyük sorunların üstesinden gelmek için kullanmamız gerekiyor.
Oysa bu sorunlarla yerinde müdahalelerle mücadele etmesi gereken yerel yönetimler kaynaklarını çarçur etmekte beis görmüyorlar.
Ahlat'ta yapılan kutlamaların gecesinde Hande Yener isimli LGBT savunucusu sanatçıya verdirilen konser, bardağı taşıran son damla oldu.
Yazık ediyorlar bu millete. Telef ediyorlar değerlerimizi... Müslüman duruşu kavidir, birilerine şirin gözükmek adına, değerlerine küfredene ödül vermez!
Halka hizmet; eğlence kültürünü kullanarak zafer galebesi olarak birilerine alanı peşkeş çekmek değildir!
Gündüzünde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında gösterdiği şuurdan, ferasetten ve basiretten hepimiz ders çıkarmalıydık oysa. "Bugün bir kez daha demiri demirle dövenlerin, Anadolu'yu aşkla yoğuranların destanına şahitlik ediyoruz. Bir kez daha cesaret ve mücadeleleriyle ölümü öldürenlerin, yiğitlerin hikayelerini yeniden hatırlıyoruz... Geçmişten ders çıkartarak, ibret alarak daha müreffeh ve daha güçlü bir geleceğe yürüyeceğiz... 6 Şubat'ta asrın felaketi olan depremlerle sarsıldığımız, akabinde rekabet seviyesi yüksek bir seçim geçirdiğimiz bu süreçte Türkiye olarak böyle bir kardeşlik seferberliğine ihtiyaç duyuyoruz."
İBB, "30 Ağustos Zafer Bayramı'nı birlikte kutluyoruz" diye teşhirciliğiyle ün salmış bir şarkıcıyı boy boy afişe ediyor.
Tam olarak neyin zaferi kutlanıyor?
Ahlak sınırları olmayan LGBT destekçilerinin zaferi mi?
Teşhirciliği medenilik sayan, İslam'a hakareti laiklik kabul eden, Batı dayatmalarını çağdaşlık sananları ödüllendirmek halka hizmet mi oluyor?
Nedense eğlence düzenlemeye gelince kesenin ağzını açan belediyeler, gerçekten bir yaraya dokunacak projeler önlerine geldiğinde "bütçemiz yok" türü mazeretlerin arkasına saklanıyorlar.
Ekmek israfı konusunda hassasiyetini bildiğim, bu konuda bir dernek de kurmuş olan ve bayat ekmeklerle yapılabilecek yemeklerle ilgili projeler geliştirip uygulayan bir dostum, belediyelere gidip ekmek israfı konusunda birlikte çalışmalar yapmak istediğini söylediğinde, "bütçemiz yok" veya "biz bunu bir görüşelim" mazeretleriyle karşılaşıyor maalesef.
LGBT destekçisi sanatçılara bir gecelik eğlence için milyonlar harcayanların toplumun ve milletin deprem, yangın, mülteciler, sokak hayvanları ve israf gibi gerçek yaralarına derman olma konusundaki bu umursamazlığı insanı kahrediyor.