Bu hafta Bitlis Eren Üniversitesi’nin davetlisi olarak Bitlis-Tatvan’a gittim. Tatvan’ı da katıyorum çünkü Tatvan Van Gölü’nün kıyısında olduğundan daha fazla nüfusu barındırıyor ve tabii ki yapılaşma daha yoğun. Bitlis’e giden bunun için Tatvan’daki otellerde kalıyor.
Sizi bilmem ama ben Doğu’ya her gidişimde, tarif etmekte güçlük çekeceğim -burnunuzun kemiğinin sızlaması gibi- bir acıyı çok derinden hissediyorum. Tarihin, doğanın ve insanların bunca güzelliği ile donanmış bu topraklar, bu halk bunu hak etti mi diye... Ve Doğu’da bundan dolayı hangi konuda konuşacak olsam ünlü İngiliz iktisat tarihçisi Angus Maddison’un verilerinden esinlenerek yapılmış bu harita ile söze başlarım. Yani uygarlığın ve bildiğimiz ‘insanlığın’ Doğu’da başladığını -Mezopotamya’yı- işaret eden, Dicle ve Fırat’ın suladığı bereketli toprakları ve o topraklarda üretilenlerin yukarıya -batıya- taşındığı İpek Yolu güzergahını gösteren bu harita ile...
Yeniden Doğu...
Angus Maddison, 2030 yılına dek dünya ekonomisinin büyüme performansını ‘Contours of the World Economy: 2030 AD, (2007)’ çalışmasında ortaya koyuyor. 2030 yılında Asya, Batı’ya fark atıyor. Maddison, 2030 yılına kadar batıda nüfus artış hızının daha da yavaşlayacağını ve dünya ortalama büyümesinin de yüzde 3 civarında olacağını iddia ediyor. Maddison’a göre, Asya’nın büyümesi çarpıcı olacak. Yani Asya, Çin ve Japonya’yı da içine alarak dünya üretiminin önemli bir bölümünü gerçekleştirecek, Asya bölgesi 19. yüzyıl başındaki çarpıcı konumuna geri dönecek. Haritamızda da göreceğiz gibi, dünyanın ekonomik ağırlık merkezi Doğu’dan, Mezopotamya’dan 19. yüzyılın hemen başından itibaren yukarıya Batı’ya çıkıyor. Osmanlı tam burada geriliyor ve parçalanıyor. 20. yüzyıl bir Avrupa saldırganlığı ve egemenliği zamanıdır da ama faşizmin buradaki saldırganlığı savaşa dönüşünce, Avrupa, Almanya merkezli olarak yeniliyor ve ekonomik ağırlık merkezini ABD’ye veriyor. Uzatmayalım; yaşadığımız kriz aslında, Maddison gibi çok ciddi birçok kuramcının da önceden gördüğü gibi, yeniden ekonomik ağırlık merkezinin, Berlin-Londra ve Washington sacayağından çıkıp Türkiye üzerinden güneye ve doğuya kayması ve Doğu’nun dünya ekonomisine yeniden ortak olması sürecidir de... Londra... Bu başkent yalnız eski bir emperyal imparatorluğun başkenti değildir; Washington’a bile ‘akıl’ veren küresel finans oligarşisinin de başkentidir. Evet, Londra direniyor, Britanya, kendi yetiştirdiği Maddison gibi bir kuramcının gördüğünü ancak şimdi gördü ve Türkiye’ye müdahale ediyor, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimdi şunu sakın -hele bana- demeyin; Türkiye oligarşisinin ayıplarını ‘dış güçler’ komplosuna yüklüyorsun... Tabii ki burada koçlar gibi yerli sermaye de var. Bitlis’le başlamıştık, oradan devam edelim; Doğu’nun geri kalmışlığının kaynağı nedir?
Türkiye’yi gerileten üç önemli değişim
Prof. İlhan Tekeli, Türkiye’de bölgesel eşitsizliğin ve büyük ölçüde buna bağlı olarak gelişen Kürt sorununun kaynağını, Cumhuriyet’in kurulması ile ilişkilendirerek üç önemli değişime dikkat çeker: “Osmanlı İmparatorluğu çözülüp onun yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda üç önemli değişme olmuştur. Bunlardan birincisi Doğu Anadolu’nun, güneyde Halep çevresinde oluşan ekonomik sistemle ve Kafkasya’daki ve Rusya’daki ekonomik sistemle bağlantıları kesilmiştir. İkincisi ise Doğu Anadolu’daki savaş kayıpları ve zorunlu nüfus yer değişmeleriyle nüfus yoğunluğunun yarı yarıya azalmasıdır. Bu iki önemli değişiklik Doğu Anadolu’nun az gelişmişlik olgusunu belirlemiş, karşı dinamiklerin gelişmesini zorlaştırmıştır. Üçüncü etken Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Ankara’nın başkent olarak seçilmesi, bu kentin gelişme başarısının büyük ölçüde rejimin başarısıyla özdeşleşmesidir. Ankara’nın başkent olması ve rejimin Orta Anadolu’da merkezîleşmesi devlet kaynaklarının merkezî bürokrasi ile Ankara ve çevresine, feodal ve ticari güç sahiplerinin de kaynaklarını Batı’ya yönlendirmeleri Doğu’yu aşiretlerin ve toprak sahibi büyük ai lelerin eline terk etmiştir. Tabii ki kendisini batıda konumlandıran ve asker-devlet bürokrasisi içinde örgütlenen tekelci sermaye de bunu özellikle istemiştir. Çünkü Doğu’nun geri kalmışlığı, aynı zamanda, Türkiye’nin kendi doğusuna açılmasını önleyecek bir durumdu. İşte İstanbul’da konumlanıyorlar ama bunun için İstanbul’un, Londra’ya rağmen finans başkenti olmasını istemiyorlar. Başkent Ankara... Fa zlasına gerek yok... Değil mi?
Büyük resim...
Sovyetler’in dağılmasından sonra, Türkiye’nin Avrupa ile Sovyetler arasında tampon olma işlevi, yerini Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkaslar’daki enerji hatlarını AB’ye ulaştırma ve Batı’nın Asya’ya uzanan pazarı olma özelliği almıştır. Bu yeni durum, tam da bugünlerde hem siyasi hem de ekonomik açılardan gündemdedir.
Enerji, finans, eğitim, ileri teknolojiyi içeren tüm alanlarda, Cumhuriyet’in kurulması ile Doğu Anadolu’nun, güneyde Halep çevresinde oluşan ekonomik sistemle, Musul-Kerkük enerji bölgesi ve Kafkasya’daki ve Rusya’daki ekonomik sistemle bağlantısının kesilmesi tam da bugünlerde aşılıyor. Bu kışkırtmalar, bu ayağa kalkmaların arkasında bu büyük resim de yatıyor.
Bu arada Gezi Parkı’na tam şu sıra ‘dokunmak’ bu sermaye çevrelerinin istediği bir şey olur, bence orası bir müddet kendi ‘halini’ yaşasın, bu önemlidir ve iyidir.