Kuşburnu, yeşil çay ve kekik... Yapılan araştırmalara göre bu üç bitki mikropların antibiyotiğe karşı etkisini kırıyor. Hastalık sezonu açılmışken bu üçünü es geçmeyin.
‘Sinerji’ kelimesinin karşılığı olarak Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde ‘görevdeşlik’ kelimesi önerilmiş. Açıklaması şöyle: “Bir işi yapmak ve sonuçlandırmak için varılan ortak istek, güç.” Yine TDK tarafından yayımlanan İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü’nde bu kelimenin ilaç alanındaki karşılığı açıklanmış: “İki ilacın birlikte alınması durumunda tek başlarına oluşturdukları etkinin toplamı kadar ya da daha büyük etki oluşturmaları.”
Doğa, bence en büyük sinerji ustası. Doğada kendiliğinden yetişen bitkilerde yüzlerce bileşen bulunuyor. Bu bileşenler birbirleriyle yardımlaşarak bitkiyi dış etkenlere karşı koruyor. Hâlbuki biz bu bileşenleri bitkilerde ayrı ayrı elde ettiğimizde kuvvetli etki gösteremiyor. İşte doğanın sinerji sırrı bu. Benim uzun yıllardır ilgimi çeken bir konu olmasına karşılık bu konudaki bilimsel bulgular son yıllarda dikkat çekici şekilde arttı.
Düşük dozda yüksek tedavi yanıtı
Modern tedavi yaklaşımında beklenen etkinin sağlanabilmesi için ilaçlar vücuda önceden belirlenen yüksek miktarlarda uygulanıyor. Ancak bazı durumlarda istenmeyen yan etkilere yol açabiliyor; vücutta bir tarafı onarırken diğer bir tarafta hasara neden olabiliyor. Acaba bazı ilaçları daha düşük miktarlarda uygulayarak bitkilerin yardımıyla daha yüksek tedavi cevabı alabilir miyiz?
Bu konuda son yıllarda yürütülen bilimsel araştırmaların sonuçları gerçekten çok etkileyici. Özellikle antibiyotiklerin bazı bitkilerin özütleriyle birlikte uygulandığında etkilerinin defalarca kuvvetlendirilebildiği gözlemlenmiş. Bu suretle antibiyotiğin çok daha düşük miktarlarda uygulandığında vücuda en az zararla mikroplara karşı daha yüksek etki göstermesi mümkün hale gelebiliyor. Hatta yapılan çalışmalarda antibiyotikle bitkilerin birlikte kullanılması durumunda antibiyotiklere dirençli mikroplara karşı bile yüksek etki gösterebildiği bildiriliyor. Bu konudaki deneysel araştırma bulgularının klinik deneylerin bulgularıyla da desteklenmesi gerekiyor.
Ben bilimsel araştırmaların bulgularını yorumlayarak size soğuk algınlığı tedavisinde kullandığınız antibiyotik ve diğer ilaçların etkisini destekleyerek hızlı ve etkin bir şekilde iyileşmenizi sağlayabilecek bazı ipuçları vermek istiyorum.
Basit yöntemler, etkili sonuçlar
Mikropların antibiyotiklere karşı direnci çeşitli şekillerde gerçekleşiyor... *Bazı mikroplar sentezledikleri enzimlerle antibiyotiğin yapısını parçalıyor ya da etkileyeceği yerlere (reseptör) bağlanmasını engelliyor. Bunu engellemek için antibiyotik tedavisi sırasında kuşburnu tüketmenizi öneririm. Meyveyi robotta parçalayıp bir çorba kaşığı, sabah ve akşam yutun. Kuşburnu en zengin C vitamini kaynaklarından biri olmasının yanı sıra elajik asit yapısındaki ‘tellimagrandin I’ ve ‘rugozin B’ bileşenleri mikropların antibiyotiğe karşı etkisini kırdığı tespit edilmiş. İlaveten kuşburnu çayı da tüketebilirsiniz.
*Bazıları ise mikrop hücresi içine giren antibiyotiği dışarı atarak etkisini önlüyor. Bu amaçla gün içinde sık sık şekersiz yeşil çay içilmeli. Yeşil çay içerisindeki kateşinler (epigallokateşin gallat) mikrobun antibiyotiği dışarı atan pompa sistemini felce uğratıyor ve bu suretle antibiyotik hücre içine girerek etkisini gösterebiliyor.
*Diğer bir kısım mikrop ise dış zarını kuvvetlendirerek ‘savunma kalkanı’ antibiyotiğin içine girmesini engelliyor. Kekikteki uçucu yağda bulunan timol ve karvakrolün savunma kalkanını parçaladığı ve antibiyotiğin mikrobun içine girerek etkisini göstermesini sağlayabileceği bildiriliyor. (Bu arada kekik konusunda daha önce yazdığım yazının dikkate alınmasını öneririm.)
Görüldüğü gibi bazı basit öneriler soğuk algınlığının tedavisinde daha etkili sonuçlar sağlayabilir.
Godard ve Beatles benzerliği
“Godard bir kuramcıydı ama aynı zamanda bir kariyeristti. Ruhsuz fırsatçı ve müzmin kelime oyuncusu Godard, Truffaut ve Chabrol’a nasıl üstünlük sağladığının ve onları nasıl eski moda gösterdiğinin farkındaymışçasına röportajlar vermeye başladı. Burada The Beatles’la bir benzerliği vardır: Onların radikallikleri -hem sert hem de lirik- yalnızca müziklerinin tazeliğinde değil, röportajlarda göz ünen serdikleri kayıtsızlıkta da yatıyordu. Kimse basınla daha önce öyle konuşmamıştı; kimse kendi şöhretini alıp “Bakın, bu aptalca” dememişti. Ne The Beatles ne de Godard hit olmanın keyfinden muaf oldukları için değil. Godard bir an önemsemez, bir an cana yakın olabiliyordu; kendi kaçamaklılığı da bir tür kurguydu.”