C. Başkanı Erdoğan, CHP Gn. Başk. Kılıçdaroğlu’na, kızkardeşinin vefatı dolayısiyle telefon edip, ‘merhûmeye rahmet, geride kalan yakınlarına başsağlığı’ dileklerini bildirmiş.. ‘Fakir’ de ‘başsağlığı’ diler.
Siyasî liderlerin her söz ve tavırlarının kendilerini takib edenler yoluyla sosyal bünyede bir yansımasının, tâmirât veya tahribatının olacağı açıktır. Bu yüzden, siyasî liderler, sadece böyle ölüm vak’aları karşısında değil de her zaman, birbirlerine, eleştirilerini, doğru olduğunu düşündüklerini, karşıtlarını tahkir ve tahrik etmeden dile getirebilseler..
Hz. Peygamber (S), ‘Muhabbette ve husûmette ölçülü olmayı, yüz yüze bakamaz hale gelmemeyi’ tavsiye etmemiş midir?
***Bu vesileyle, bir noktaya daha değinmek gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’nun kızkardeşinin cenazesi, -üzerinde ölümle ilgili âyetlerin yazılı olduğu bir örtü bulunan bir tâbutla- ‘cemevi’ denilen bir mekâna getirilmiş..
Burada cemevi’nin mahiyetini tartışacak değilim. Ama, Müslümanların mâbedinin adı, ‘Mescîd’dir; yani secde olunan mekân.. Türkçede, ‘câmi’ kelimesi daha yaygın.. O da, tıpkı ‘cemevi’ gibi, ‘cem olunan / toplanılan yer’mânâsında.. ‘Mescîd ve câmi’, her ikisi de Müslümanların mâbedinin ismi.. Cemevleri ise, bir sosyal kesimin kültürel ve hattâ folklorik gösteri mekânları..
Ve, biz Müslümanlar dünyanın hiçbir yerinde böyle, sazlı-sözlü, çengili, folklorik gösteri mekanlarını Müslüman mâbedi olarak bilmiyoruz.
***Sözüm Kemal Bey’edir.
Kemal Bey, siz bir siyasî partinin lideri olarak, birlik ve kardeşlik içinde olunması gibi güzel sözler de ediyorsunuz. Ama, büyük kitleleri inandırabiliyor musunuz? Meselâ, kardeşinizin cenazesini bütün dünyada Müslümanların mâbedlerinin ortak ismi olan herhangi bir ‘mescid’e getiremez miydiniz? Aynı ‘mâbed’de birleşemiyorsak; ‘kardeşlik’sözleri bir ‘şirinlik muskası’ndan başka nedir ki, söyler misiniz?
Nice buhran ve felaketlerde ve her şey yitirilebilir, ama, son kertede, Müslüman halkları birleştiren mekân, Mescîd’dir. Başka dinlerin mensupları da, kendi mâbedlerinde bir araya gelirler..
****Tarihî bir gerçeğin söylenmesinden niye rahatsız olunuyor?
Bir diğer konu..
Okulların kapatılması zarûreti ortaya çıkınca.. Eğitim Bakanlığı, TRT ekranlarından ‘uzaktan eğitim’ dersleri vermeye başladı. Ama, bir alçak kişi, başörtülü bir hanım öğretmenin de ders vermesi karşısında kamalist-laikliğin en çukur noktasından kinini kustu..
Ancak, o eğitim programlarından dolayı başka bir tartışma da çıktı:
Çünkü, 1950-60 arasında bu ülkeye ve Müslüman halka biraz rahat nefes aldıran Başvekil Adnan Menderes’in 27 Mayıs 1960 Askerî Darbe hıyanetinden sonra, idâm olunmasının anlatılmasına bir takım çevreler, hemen, karşı çıktılar. Eğitim Bakanı da bunu rahatsız edici bulduğunu söylemez mi!
Yalan mıydı, o anlatılanlar?
O idâmı yaptıranların çizgisindeki -sözde özgürlükçü- çevrelerin suçüstü yakalandıkları duygusundandı, bu rahatsızlık..
Ders kitablarında, geçmiş tarihimize dair o kadar yanlış bilgiler veriliyor ki; büyük çoğunluk sessiz kalıyor diye bunların ‘doğru’ kabul edildiği mi sanılıyor?
****Bu da, ’Coronavirus’ şeytanlığı..
*Dünyanın bütün büyük şehirleri, ‘Coronavirus’ pandemisi yüzünden evlere çekilmişken, HDP’nin Diyarbekir m.vekili Remziye Tosun ve eline megafon tutuşturduğu bir kürd genci, Diyarbekir’de, ‘sokağa çıkma yasağının kürd halkını öldürmek için olduğu’(!) gibi, sadece saçma değil, haince bir takım laflar ediyor. O genç için, adlî işlemler başlatılmış; m.vekilinin ise, ‘dokunulmazlığı’ var!
Müslüman kürd halkı içinden bu kadar alçakça yalanlara inanacak kadar basiretsizler çıkar mı dersiniz?
***