Son dönemde dünyadaki birçok devletin eski yöntemler ile yeni durumlar arasında sıkışmaktan kaynaklanan kararsızlıklar yaşadığı, dost-düşman tanımlarını esnek ve hatta kaygan bir zeminde tuttukları söylenebilir.
Sadece Suriye konusuna doğrudan müdahil devletlerin birbirleriyle ilişkilerine bakmak bile, dost-düşman ayırımının lineer biçimde yapılamayacağını ortaya koymaya yetiyor. Örneğin Esad rejimi, İran, Rusya ve YPG ile dost; DEAŞ, ÖSO ve diğer muhaliflerle düşman, Türkiye ile çatışmalı, ABD ile mesafeli. Ancak Rejimin müttefiki olan İran, Rejimin karşı olduğu Türkiye ile Rejimin olmadığı bir masada Suriye’nin geleceğini ele alıyorlar. Esad’ın mesafeli durduğu ABD’nin en yakın müttefiki YPG, YPG de Türkiye hariç her devletle ittifak kuruyor. YPG, DEAŞ’la mücadele ediyor, Türkiye de DEAŞ’la mücadele ediyor; ama aynı anda Türkiye YPG ile de mücadele ediyor. Benzer biçimde İran DEAŞ’la mücadele ediyor, ABD de DEAŞ’la mücadele ediyor; ama aynı anda ABD İran ile de mücadele ediyor.
Kim kiminle dost
Bu ve benzeri örnekler uluslararası ilişkilere dair stratejilerin öncelikle dost ya da müttefik olana dikkat edilerek hazırlanması gereğine işaret ediyor. İlişkilerin lineer olmama halinin kriz bölgelerinde ve özellikle de “dostlar”la daha fazla açığa çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla bugün için Suriye’de kim kiminle birlikte, kim kiminle çatışıyor sorularına verilen yanıtların, gelecekteki ilişkilerin ana hatları açısından fazla anlamı olmayabilir.
Değişken dost-düşman ilişkilerini karmaşıklaştırmak, devletlerin koşullardan en fazla yararı sağlama faaliyetleri anlamına gelir. Kazanılanı elde tutma, eldekini başkalarına kaptırmama, başkalarının kazandığını ele geçirme, oyunun zeminini oluşturuyor. Kullanılan yöntemler ise muhtelif. Örneğin bir devlet başka bir devleti bazı kurumları aracılığı ile yerip, bazı kurumları aracılığı ile övebilir. Mesela İran resmi basın yayın organı Türkiye’yi kimyasal silah kullanmakla itham ederken, dışişleri bakanı Türkiye ile olumlu ilişkileri ifşa edebiliyor. Bu, İran’ın sadece Türkiye’ye değil, hatta belki Türkiye’ye bile değil, esas olarak başka ülkelere bir şeyler söylemeye çalıştığı, “onunla dost isen benimle olan dostluğunu sorgularım” dediği anlamına geliyor.
Kimse kimseyle dost değil
“Eldeki bende kalsın, göreli üstünlüğüm sürsün” anlayışının pek de başarılı olmayan uygulamaları da bulunuyor. Bu konudaki örnek için, Türkiye’nin Fransa ve Almanya ile ilişkilerine bakılabilir. Son bir yıl içinde önce, Türkiye ile Almanya arasında krizler yaşandı; o sırada Fransa ile önemli ve olumlu işbirliği adımları atıldı. Sonra, bugünlerde, Almanya ile ilişkileri normalleştirme yolunda girişimler başlarken Fransa arka arkaya Türkiye’yi kızdıracak açıklamalar yaptı.
Muhtemelen AB çerçevesinden bakarak “iyi polis-kötü polis” oynadıklarını düşünüyor olabilirler. Ancak bir devletle iyi olunca, diğeri ile kötü olmak gerekmiyor; bu oyun oldukça demode. Belki sonuçları açısından Türkiye’nin AB çerçevesindeki dezavantajlı durumunda bir değişiklik olmayabilir, ama Almanya ve Fransa’dan birinin diğerine oranla çok daha büyük avantaj sağlayacağının garantisi olamaz.
Kara Avrupası ülkeleri, biriyle iyi olunca, öbürüyle kötü olmak gerekmediğini Birleşik Krallık’tan yeterince öğrenememiş olabilirler. ABD bıraksa, bugün İran’ın bile gayet başarılı biçimde uygulayabileceği yöntemleri Fransa, Almanya ya da Hollanda’nın uygulayamadığını görmek üzücü.