Bâzı notlar birikdi. Bugün onlara yer vermek istiyorum:
BİRİNCİ NOT: “first lady” için bizde vaktiyle “Başkadınefendi” sözü vardı. Biraz “hânedan parfümlü” olduğu ve her bir halt için ille de İngilizceden kelime dilenmeye gerek bulunmadığı için bunun yerine “Başhanımefendi” kelimesini teklîf ediyorum!
Kabûl edenler?.. Etmeyenler?..
Oybirliği ve ayakda alkışlarla kabûl edilmişdir!
Bu “ayakda alkışlar”a günümüz Türkçesinde “standing ovations” deniliyor.
Fakat konuyu dağıtmayalım:
Başhanımefendi Hayrünnisâ Gül Çankaya Köşkü’nün bodrumunda çürümeye terkedilmiş bulunan ve bâzıları paha biçilmez değerdeki tabloların kurtarılması için faaliyete geçmiş.
Yanılmıyorsam daha önce de kısmen harâb olmaya yüz tutan Köşk binâsının bakımı için bir çalışma başlatmışdı.
Bizler 950 yıldır hâlâ yontulmamış hödük göçebe alışkanlıklarımızdan tam olarak sıyrılamadığımız için “bakım” kavramına da epeyi yabancıyızdır. Bir şeyi mahvoluncaya kadar kullanıp atma temâyülümüz baskındır. Hattâ bu tablolar örneğinde görüldüğü üzere bâzen hiç “kullanmaksızın” da atıp kurtulmakdan çekinmeyiz.
Muhterem Başhanımefendi’ye bu kadirşinaslığından ötürü bir yurddaş olarak şükranlarımı sunuyorum.
İKİNCİ NOT: Geçen yazımda yılbaşı için “astronomik başlangıç” tâbirini kullanmışdım.
Saçmalamışım!
Bir okuyucumun haklı olarak düzeltdiği üzere dünyânın, güneş etrâfındaki yörüngesine girdiği an belli olmadığına göre bunun başlangıcını tesbît etmek de imkânsızdır. Yâni hangi gün alınsa olur. Bir tam tur yine 365 gün altı saat sürer.
Onun için “astronomik” yerine meselâ “teknik” deseydim sanırım hatâ işlememiş olurdum.
Kaldı ki zâten artık hatâ işlemekden de çekinmiyorum!
Okuyucularım öylesine kaliteli ki derhâl farkedip düzeltiyorlar.
Ne mutlu bana!
ÜÇÜNCÜ NOT: Şarköy Hayvan Barınağı’nın, içindeki zavallı bahtsız hayvancıklar için bir tür “Nazi toplama kampı”na döndürüldüğü yolundaki haberin vicdan sâhibi insanlar tarafından dikkate alındığı ve bu rezâletin düzeltilmesi için harekete geçildiğini okudum.
Bu arkadaşları candan kutluyor ve desteklediğimi bilhassa vurgulamak istiyorum.
Hâlen yurddışındayım. Fakat kendilerine meselâ bir maddî yardımım dokunabilecek ise bunu bana bildirmelerini istirhâm ediyorum. Buradan da ayarlarım.
DÖRDÜNCÜ NOT: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Yüce Türk Yargısı ile başı derde giren bir arkadaşımızın yeni kitabını tanıtmak ve çok satışını sağlamak için fedâkârâne bâzı gayretler içine girmiş. Okuyunca âbâd oldum. Gerçekden hoş bir meslekî dayanışma örneği.
Ancak burada zihnimi kurcalayan bir husûsa dikkati çekmekden de kendimi alamıyorum:
12 Eylül Hâilesi’ni müteâkıben Yüce Türk Yargısı benim de anamdan emdiğimi burnumdan getirirken ve “Rejim” beni çalışdığım gazeteden kovdurup başka herhangi bir yerde yazmamı engellerken, yedi yıl Türkiye’ye girmem engellenirken ben bu mümtaz kurumumuzun çıtını bile işitmedim.
Üstelik ben tek de değildim. Canına okunan düzinelerce arkadaşımız daha vardı.
Nasıldı o Nihâvend şarkı?
“Kiminiz paşaydı yâhut beydiniz;
Anamız ağlarken neredeydiniz?”
BEŞİNCİ NOT: Savunma Bakanlığımızın bizzat bir uçak gemisi tezgâhlama karârını büyük bir sevinç ve iftiharla karşıladım!
Türkiye’nin 95 sene sonra yeniden büyük devletler safına katılması yolunda atılmış önemli bir adım!
Dedem Bahriye Kolağası (Önyüzbaşı) Çiftçioğlu Mehmed Nâil Bey’in, son yıllarında sık sık mırıldandığı bir marşın ilk dizeleri geldi aklıma:
“Bahriyyeliyiz, her gemi bir vâlidemizdir;
Vicdanlarımız belki güneşden lekesizdir!”
Sâhi, bu marş hâlâ terennüm ediliyor mu?