1- Ayda kırk bin lira kazancı olduğunu söylüyordu genç işveren. Kirası, çalışanların ücreti, vergiler, lokantanın hizmet için gereken giderleri çıktıktan sonra, çok da iyi işlediğini gördüğümüz restorandan, kendisi ve eşine düşen pay, 40 bin liraymış. Ama bunları anlatırken çok huzursuzdu ve takriben iki saati bağıra çağıra devletten, hayattan, insanlardan, akrabalarından yakınmakla geçirdi. Az kazandığını, çok kar edemediğini, bu yüzden politik görüşlerinden hatta nerdeyse dini inançlarından vaz geçecek dereceye geldiğini anlatıyordu. Laf arasında sık sık ‘’paradan başka mutluluk yok’’ diyordu... Parası da vardı oysa, peki niçin bu kadar huzursuz ve kötücüldü... Şükretmeyi unutmuştu. Sahip olduğu herşey kendi aklından, kendi çalışkanlığından mütevellitti. Herşeyi o yapmıştı. Kimseye borçku değildi.
Memur maaşıyla geçinen ve belki üç ya da dört ayda bir ancak bu lokantaya gelip yemek yiyebilen arkadaşlarımla allak bullak olarak çıkmıştık lokantadan. Para hırsı insanı tutsak almaya görsün, Ağustos ayında gölgesiz kalır o kişi...
2- Son bir iki gündür mendil satarak hayatını idame ettirmeye çalışan ve haftanın altı günü sokakta kalan bir gencin hayat hikayesi dönüp dolanıyor sosyal medyada... Gencin içtenliği, hayatın bir sınav olduğunu biliyorum deyişi, kibar ve umut dolu hitabı, inşallah bir gün durumunu düzeltecek bir iş bulmaya dair olan inancı, saygılı konuşması herkesi derinden etkiledi. Yatacak yeri dahi olmadığı halde, insanlığını da inancını da yitirmemiş bir incelik...
Bu gencin konuşmasının, ‘’halimize niçin şükretmeliyiz’’ cinsinden kullanılmasına karşıyım. ‘’Ne güzel yurdum insanları yaşıyor aramızda’’ şeklinde lanse edilmesine, sömürülmesine karşıyım... Acımak değil, çözüm gerekiyor... Victor Hugo’nun ifadesiyle söyleyecek olursak; ‘’sevmek kolaydır ama zor olan adalettir.’’
3- İslami kesim olarak, dünya ile olan sınavımızı hakkıyle veremiyoruz. Adalet, sadece mağduriyet günlerimizin mevzuu olmamalı, mağduriyetlerimizden sıyrıldığımız varlık günlermizde de adalete ihtiyacımız var. Adalet sadece ilahiyat veya ahlak meselesi değil. Adalet, güncel hayatın atan kalbi. Batı’da Paul Ricoeur gibi pek çok ilahiyatçı, sevgi ve adalet kavramlarının güncelleşmesi için uğraş verdi, vermekte... Adalet ve sevgi, söylev veya temenni değil, hayat tarzımız haline gelebilmeli.
Yukarıda bahsettiğimiz mendil satan ve sokaklarda yatıp kalkan genci hepimiz sevdik. Ama adaleti kuşanark onun sorunlarını çözmediğimiz sürece, bu sevgi havada asılı kalır. Gerçekleşmez. Ajitasyondan ibaret kalır.
İyilik ile sosyal adaleti de karıştırmamamız gerekiyor. Birisi bedense, diğeri ruh. Sosyal adaleti gerçekleştirmeye mecburuz, iyilik ise, sağlanacak sosyal adaletin sıcaklığı, sahiciliği, kuşatıcılığı...
4- İsraf konusunu bizi mahvedecek seviyede unutmuş haldeyiz. Çok açık söylemek gerekirse, israf haramdır. Özellikle Orta Asya ülkelerinden gelen misafirlerimiz, çöpe attığımız ekmek ve yiyecekleri gördüklerinde şaşırıyorlar. Eski giysi, ayakkabı, ev eşyası da aynı şekilde. Kısa sürede modası geçen kap kacak, kılık, kıyafet, çöpü boyluyor. Televizyon dizileri de bu israfı körüklemekte bire bir. Bu dizilerde ekonomik gücümüzle orantılı olmayan yaşam tarzları empoze ediliyor. Özellelikle kadın bedeni ve cinsellik zenginleşme için basamak olarak resmediliyor. Kariyer algısı, tek mutluluk tanımı olarak takdim edilirken, kendi sınırsızlığı ve doyumsuzluğu içinde paradoksal biçimde mutsuzluğa sebep oluyor. İnsan, bu kertede artık kendini de israf etmeye başlıyor.
5- Çocukluğumuzdan kalma bir tekerleme, ‘’biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar’’... Yediğimize içtiğimize dikkat etmiyoruz. İslami kesimin girdiği dikkatsiz ve nobran harcama ve gösteriş dalgası, sadece sonradan görmelik olarak algılanmıyor, İslami inanç algısını da ters yönden etkiliyor.