Öylesine tarihsel bir döneme tanıklık ediyoruz ki, Türkiye art arda tarihi başarılara imza atıyor. Bir taraftan, yıllardır Türkiye’nin ayağına pranga vuran terör sorunu konusunda Nevruz’la birlikte barışa adım atılıyor, bir taraftan ise İsrail, Mavi Marmara konusunda Türkiye’nin üç şartını kabul ederek özür diliyor.
Kuşkusuz, her iki başarının tartışmasız mimarı da Başbakan Tayyip Erdoğan...
Biliyorum, bazı otistik politikacılar, yorumcular, akademisyen ve dış politika uzmanları için bu durumu hazmetmek hiç de kolay değil.
Lütfen, Mavi Marmara katliamının üzerinden geçen son üç yılı sadece bir an için film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçirin. Kelimenin tam anlamıyla kabus gibi bir üç yıl...
Tarihin hafızasına kaydedilen bu İsrail ağzıyla bizzat Başbakan Erdoğan’a yönelik hakaretleri, aşağılayan yorumları ve küçümseyen siyasi söylemleri gördüğünüzde, “Bu kadar da olmaz, bir ülkenin aydınları, gazetecileri, siyasetçileri kendi ülkesine karşı İsrail’den daha İsrailci olamazlar” diye isyan edersiniz.
Ama tarih yalan söylemez. Ne yazık ki, bütün bunlar bu ülkede oldu. Siyasetçilerimiz, yazarlarımız, dış politika uzmanlarımız İsrail’i İsrail hükümetinden daha coşkulu bir şekilde savundular.
Hem de ne savunma...
***
Bu konuda hafızalardan silinmeyen bir örnek var ki, çok dramatik.
Netanyahu: “Ortaya çıkan olayın sorumlusu Mavi Marmara isimli gemidir.”
Kılıçdaroğlu: “Bu olayı kim yarattı? Mavi Marmara gemisi yarattı.”
O günlerde, hükümetin İsrail’e karşı tavrını “iflas” olarak niteleyen Bahçeli’nin, “Başbakan tamamen tükenmiştir, hükümet bitmiştir!” sözlerini de bir yere kaydetmekte yarar var.
Saygısız analizler, yorumlar elbette bu kadarla sınırlı değil. Bir de, AK Parti düşmanlığını ‘dış politika yazarlığı’ zanneden aklı kıt Kemalist kalemler var ki, doğrusu akıllara ziyan...
“... O dokuz tabuta örtülen bayrak ve flamaların, AKP’nin Türkiye’yi Ortadoğu’nun radikal uçlarına savuran dış politikasını örtmek için de kullanılmasına izin verilmemeli.”
Şimdi devran döndü ve bu İsrail ağzıyla coşkulu yorumlar yapan arkadaşların amel defterleri önlerine geldi. Acaba şimdi ne yapacaklar? Bu arada, kıvırma paylarının da hayli daraldığını belirtelim... Açıkça itiraf edemeseler de, muhtemelen Netanyahu’ya çok kızıyorlardır.
Öyle ya, bundan sonra “İsrail bizi ham yapar” diye korku masallarını ‘dış politika analizi’ olarak kimseye yutturamayacaklar. Hele bir de, Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta ‘One minute’ dediği gün, “İsrail bunun hesabını sorar, burnumuzdan fitil fitil getirir” diye korku satan Tel Aviv frekansına ayarlı yorumcular var ki, doğrusu şimdi onların acınası halini düşünmek bile istemiyorum.
Türkiye’nin şu günlerde, gerek terör belasından kurtulma konusunda aldığı önemli mesafeyi, gerekse İsrail’in tarihinde bile bir ilk olan ‘özrü’ düşündüğümüzde bu ülkede yaşamaktan gerçekten gurur duyuyoruz ve elbette bize bu onuru yaşatan iktidara ve Başbakan Erdoğan’a teşekkür ediyoruz.
Ama birilerinin ve özellikle de Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin çok açıktan dillendiremeseler de, kimselerin duymadığı ıssız köşelerde kendi kendilerine, “Bu Tayyip Erdoğan’ı birileri durdurmalı, yoksa ebediyen bu ülkede siyasi aktör olarak bir kıymeti harbiyemiz olmayacak” diyerek sessizce yakardıklarını çok iyi biliyorum. Zira her iki genel başkan da, İsrail’in özründen sonra kelimenin tam anlamıyla “Kuzuların sessizliği”ni oynuyor...