Türk basınında her gün düzinelerce köşe yazısı yayınlanıyor. Bunların çoğu, haliyle, gündelik siyasi gelişmeleri ele alan yorumlar. Ancak bazen derin toplumsal meselelere felsefi “açılım” getiren yazılar da oluyor ki, benim en sevdiklerim bunlar.
Değerli dostum Hilal Kaplan’ın geçen yılın son günlerinde yayınlanan “Namussuzlar!” başlıklı yazısı, işte böylesi bir “açılım”dı. (Yeni Şafak, 30 Aralık 2012) O nedenle arşivlerde kaybolup gitmeden bir kez daha büyüteç altına alayım dedim.
Önce yazıda sözü edilen “namussuzlar”la başlayalım. Bunlar, geçtiğimiz ay hayata veda eden talihsiz Hatice Daşlı’nın bazı yakınlarıydı. Batmanlı genç kız, “töre”ye uygun olarak on dört yaşında zorla evlendirilmiş, dayanamayıp bir yıl sonra baba evine geri dönünce de iki kuzeninin tecavüzüne uğramıştı.
Bu korkunç olayın, suçun faillerini değil de mağdurunu “kirlettiğini” düşünen aile büyükleri ise çok geçmeden kararı vermişti: Hatice öldürülecek ve böylece “ailenin namusu” temizlenecekti.
Genç kızın cesedi, karnındaki dört aylık bebekle birlikte, Batman Çayı’nda bulundu. Dedesi ve amcaları gözaltına alındı.
Kısacası, bir grup erkek, genç bir kızı önce ırzından sonra da canından etmiş, ve bu korkunç zulmü “namus” adına meşrulaştırmışlardı.
Oysa ortadaki gerçek namussuzlar, Hilal Kaplan’ın dediği gibi, söz konusu erkeklerdi. Ve onlara benzeyen daha binlercesi...
Cahiliye namusu
Peki ama nasıl oluyordu da kadınlara karşı uygulanan bu sistematik zulüm, “namus” gibi bir erdemle meşrulaştırılıyordu?
Hilal Kaplan’a göre temel sorun, “namus” kavramının Türkiye toplumunda “İslâm’ın öngördüğü anlamından oldukça uzaklaştırılmış bir biçimde anlaşılması” ve “sadece kadına ve kadın üzerinden erkeğe ait olan bir kavram” sanılmasıydı.
Hakikaten de öyledir bizde. Örneğin gayrımeşru cinsel ilişki, erkeklerce işlendiğinde “çapkınlık” diye övülür, kadınlarca işlendiğinde cinayet sebebi olur.
Oysa İslam, “zina” konusunda kadını ve erkeği eşit derecede sorumlu tutar. Hatta Kur’an’da bu konuda bir koruma kalkanı varsa, o da erkeklere değil, “zina iftirası”na uğramasınlar diye kadınlaradır. (Nur Suresi, 4. Ayet)
Türkiye toplumunda ve İslam dünyasında yaygın olan “erkek-egemen namus anlayışı” ise, İslamî değil, cahilîdir. Yani İslam-öncesi ve İslam-dışı kültürlerin yozluklarından kaynaklanır. (Nitekim gayrı-İslami Doğu toplumlarında da yoğundur ki, son günlerde Hindistan’daki toplu tecavüz suçları üzerine yürüyen tartışmalar bu konuda epey aydınlatıcı.)
Sürüden bireye
Hilal Kaplan’ın yazısı, işte bu gibi noktalara dikkat çekerek, namus kavramı üzerinden yürütülen erkek zulmünü kınıyordu. Ama olaya bir başka boyut daha getiriyordu ki, asıl vurgulamak istediğim bu.
Önce Hilal Kaplan’ın tümüyle katıldığım satırlarına bırakayım sözü:
“İslâm dini, ırzı, kulun kendisinin koruması gereken bir nitelik olarak anlatı[r].... Ayetlerden anlaşılacağı gibi, namusuna ve ırzına sahip çıkmak kadın veya erkek tüm müminlerin görevidir... Kadının namusu üzerinden erkeğin, erkeğin namusu üzerinden kadının namusu ‘kirlenmez’.”
Evet, böyledir. Yani aslında İslam’a göre namus “bireysel” bir değerdir. Bireyler seçerler namuslu veya namussuz olmayı. Hesabını da başka herkesten çok Allah’a verirler.
Dolayısıyla da “kollektif” bir namus var olamaz. Örneğin “mahallenin namusu” diye bir şey olamaz; o mahalle içindeki her bireyin kendi ahlâkı farklıdır çünkü.
Velhasıl, diğer pek çok meselede olduğu gibi “namus” konusunda da, cahilî olandan İslamî olana geçmenin yolu, sanıldığı gibi “kollektifleşme” değil, aksine “bireyselleşme”dir.